Cemil Çakmaklı tarafından yazılmış tüm yazılar

Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

Cemil Çakmaklı hakkında

Doktor Cemil Çakmaklı Kişisel Bloğu

Monetarizm Üstüne Düşünceler

Dr.Cemil Çakmaklı; Türkiye’de Reel Sektör ve Spekülasyon ayırımını ta 1980’li yıllardan beri gündeme getiren ve ” Reel Sektör ” kavramını ilk defa kullanan kişidir.

Doktor Çakmaklı ; tüm hayatı boyunca üretimin ve katma değerin yanında yani Reel Sektör safında yer almıştır.Monetarist spekülasyona hep karşı durmuştur.Bu karşıtlığını yaşamı ve yazıları ile hep göstermiştir.

Aşağıda; Dr.Çakmalı’nın spekülatif monetarizme karşı duran bir konuşmasını bulacaksınız.

Bu konuşma; 2000’li yıllarda ” Monetarizm Üstüne Düşünceler Konferansında ” yapılmıştır.

devre

Monetarizm Üstüne Düşünceler

Ben monetarizmin azmaya başladığı yetmişli – seksenli yıllarda derdim ki; “ Monetarizm batıdan doğar’’ ve ilave ederdim; “ Allah bizi; Amerika’nın batısındaki üniversitelerde okumuş Monetaristlerden ve Ankara’nın batısında Ulus civarında çalışan Monetarist Bürokratlardan korusun. Merkez Bankası, içinde Hazine yönetimini de barındıran Maliye Bakanlığı o zaman Ulus’taydı. Ulus’taki Bürokratların özellikle seksenli yıllardan sonra görev alanlarından bazıları ezberledikleri Monetarist yaklaşımların körlüğüyle  “Piyasa ekonomisi ’’  ve onun temeli olan “Reel ekonomiyi’’ hiç öğrenemediler. Bütçe ile oluşan,  Kamu ekonomisini,  piyasa ekonomisi zannettiler. Kamu ekonomisinin büyüklüğünün yani bütçe büyüklüğünün piyasa ekonomisinin sadece  % 20 si olduğunu unuttular. Kamu ekonomisinin piyasa ekonomisinden beslendiğini, önce piyasa ekonomisini ele alıp düzeltmeden, kamu ekonomisinin düzelemeyeceğini anlamadılar. Çünkü piyasa ekonomisini,  onun dayandığı Reel temelleri yani faktör piyasalarını bilmiyorlardı. Emek piyasasını bilmiyorlardı,  bilgi ve teknoloji piyasalarını bilmiyorlardı, sermaye ve kredi piyasasını bilmiyorlardı. Çünkü ekonomi ve sistemi bilmiyorlardı.

Bütçe açık verdikçe; daha çok faiz vererek borçlanıp açığı kapatacaklarını zannettiler. Piyasayı büyüterek vergi tabanını büyütmeyi bilemediler. Bütçe piyasadan beslenir. Piyasa erbabı şimdi diyor ki; Besledik kargayı oydu gözümüzü. Bu günkü Ankara’nın dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman görülmemiş biçimde; beş-on tekelci banka yararına faiz belirleme ve para piyasalarını bozma ve Reel ekonominin belini kırma becerileri; ezberci, Monetarist, piyasa ekonomisi sitemini kavrayamamış “ sözde ekonomist ’’ üstadlardan gelmektedir.

Benden önce konuşan ve son krizi değerlendiren arkadaşların konuşmalarını dinlerken düşündüm ki; Vay be; ben bu işi hiç öğrenemeyeceğim. Meğer bu işte dünya suçluymuş, bizim hiç kabahatimiz yokmuş. .  Dünya global krize girmiş  bizi de  peşinden sürüklemiş..  Vay be.

Yahu arkadaşlar şu söyleyeceklerimi bir dinleyin de beni düzeltin.

Bir; Son kriz miriz yok… “son’’ lafı yanlış … Türkiye yirmi yıldır krizde ..

Yahu ; 20 yıldır  enflasyonu  üçlü rakamlar sınırında  oturan ; on beş yıldır harp halinde olan , senede bir hükümet değiştiren  bu ülke  ne zaman krizden çıktı.

İki ; Eğer  öyle bir şey varsa – Türkiye global  dünyanın içinde değil .. Orada olup biten şeyler bizi, öyle söylediğimiz gibi fazla ırgalamaz..

 Siz  global krize değil; yirmi yıldır  üzerine yüksek faiz, yüksek enflasyon  benzini döktüğümüz “Milli krizinize’’ bakın.. Siz varlığını bu 15 yıllık Milli krize bağlamış Monetarist ve tekelci bankalarımıza ve ezberci,  ekonomi  bilmeyen “ ekonomi kurmayları (!) mıza bakın..

Global kriz bir ülkeye iki kapıdan girer. Birinci kapı ihracat kapısıdır. Sizden  mal ve hizmet alanlar alamaz hale gelir, durumları bozulur..Benim  ihracatımın üçte ikisi görünmez kalemlerden.. Yani bavuldan  ve yataktan.. Benim bavulla  gönderdiğim üçüncü sınıf mal ,  üçüncü sınıf alıcıya gidiyor.. Dünyada bunları üretmeye talip başka bir ülke yok.O azalamaz .. Yatak işine bakmayın. Kışın 8 marka, yazın 30 marka dibe vurmuş fiyatlarla 10 milyon turistten 8 milyar $ alıyorsunuz. Aldırmayın buna da talip ülke yok.. Altımıza kimse giremez. Kriz buradan da gelmedi.

Global krizin girebileceği ikinci kapı moneter kapı. Sermaye piyasalarımıza çok para girer ürker gider. Keşke olsa ama o piyasa 1-2 milyar $ yabancı paradan fazlasını görmedi.

Gitse de kriz miriz olmaz. Kredi piyasalarına gelen yabancı para ürktü gitti mi diyeceksiniz. Etmeyin arkadaşlar dolara % 30 faiz veriyorsunuz. Doları getiremiyorsunuz. Ne gelmiş de ne gidecek de global kriz bizi vuracak..

Arkadaşlar biz hiç global olmadık. Suçu global krize atmayın Suç bizim 15 yaşındaki milli krizindir.

Üçünü olarak  şu “ globalizasyon’’ lafına bir bakalım. Son zamanlarda dünyada bir globalizasyon lafı çıktı. Bizim tembel ezberciler hemen benimsediler.

Arkadaşlar dünyanın global lobal olduğu yok. O bir IMF reklamı, monetarist hayal. Global dünya için. Her yerde benzer kuralların işlemesi lazım. Dünya pazarlarının aynı şartlara göre kurulması, ürün standartlarının aynılaşması, tüketicinin aynı biçimde korunması lazım. Kavramları, ölçüleri, değerleri, siyasi rejimleri farklı olan dünyada globalizyon olamaz… O kadar globalse dünya, niye bu AB’e giremiyorsunuz? O kadar globalse dünya; niye  bu AB’ler NAFTA’lar   APEC’ler ….Bu bir masal. Hiç değilse şimdilik..

Bu global masal  1958 Bretton Woods, ta kurulan dünya düzeninin bugünlerdeki  yeni sloganı. Bretton Woods düzeni IMF ve Dünya Bankası’nı oluşturdu. IMF ve Dünya Bankası o günden bugüne bıkmadan usanmadan bir “ dolar düzeni’’ kurdular.

Bugün Londra Borsası’nda yapılan işlemlerin % 85,i dolar, la yapılıyor.

AB; Euro ile Japonya Yen ile kavgayla yer tutmaya çalışıyorlar. Dolar düzenin sözcüsü IMF ve Dünya Bankası diyorlar ki; bakın dünya globalleşiyor, ekonomini dışa aç, paranı dolara endeksle, para hacmini daralt, sosyal sistemleri ihmal et, her şeyini “kavramamış, kurulmamış piyasalara, o piyasaları da dolara bağlı ’’ diyor.

Halkımızın deyişiyle söylüyorum. Bu dolmuşa binen; ekonomisini Soros’lara açan, siyaseti diktaya, piyasaları tekellere veren, Endonezya bugün çözümsüz bir iç kargaşa içinde. Hiçbir şeyi, ümidi bile yok..

Tayland, daha düne kadar parasını ısrarla koruyordu. Oda dolmuşa bindi kapıyı açtı, battı.

Makro ekonomik dengesizlikleri gidermek için kurulan IMF ve Dünya Bankası bugün Makro ekonomik dengesizlikleri çoğaltıyor. Çünkü IMF,  Amerika’nın batısından yayılan monetarist kadroların işgali altında; dünyaya doların düzenini   

Ve milli ekonomistlerin düzensizliğini ihraç ediyor.

Dünyadaki krizin nedenlerinden birincisi monetarizm ve onun örgütlü kalesi IMF’dir. Global monetarist IMF ve onun milli ezbercileri birlikte reel ekonomileri yıkıp sanal ekonomiler kuruyorlar.

Monetaristlerin sanal ekonomileri dünya inanlığın tehdit eder hale geldi. Para ticareti; yüksek faiz düzenini, yüksek faiz düzeni tekelleri, tekeller de kendi diktatörlüklerini veya kiralık zayıf iktidarlarını üretiyorlar.

Bu sele kapılanları Endonezya, Tayland ve diğerlerini görüyoruz.

Kısaca; dünyada moneter bir tecavüz var ve bu tecavüz insanlığa yapılmaktadır.

Bizim monetaristler bunları göremiyorlar ama dünya çoktan direnmeye başladı bile. Daha iki gün önce 16 Aralık, ta Japon Maliye Bakanı bir Asya Para Fonu oluşturma önerisinde bulundu ve ortalık birden karıştı.

Çinliler Yunan’ı konvertibl yapacaklardı. Bunu rafa kaldırdıklarını, belirsiz bir tarihe ertelediklerini söylediler.

Dünya nüfusunun bugün üçte ikisi moneter tecavüz altındadır. Para ticaretini, mal ve hizmet ticaretinin önüne koyan anlayış insanlığı tehdit eder boyutlara gelmiştir.

Uzakdoğu’dan monetarizme direnmeye hazır bir orta sınıf geliyor. OECD’nin verilerine göre 2020 Yılında Avrupa Birliği ülkelerinin GSMH’ sı 27,5 Trilyon, Nafta’nın GSMH’ sı 32,5 Trilyon Asya Pasifik bölgesinin GSMH toplamı 75 Trilyon Dolar. Dünyanın geleceği bu ölçülere göre büyüklük olarak Asya Pasifik’te. Yine bir OECD çalışmasında aşağı yukarı Çin, Endonezya ve Hindistan’da gelecek on yılda  700 milyon insan İspanyol gelir düzeyine yani 10 bin doların üzerine çıkacak.700 milyon bir Asya orta sınıfı düşünebiliyor musunuz? Bu, bugün Japonya’nın, Amerika’nın ve Avrupa Birliği’nin nüfusundan daha fazla.700 milyon Asya orta sınıfı.

Dünya gemisi böyle seyrederken, Türkiye’deki monetarist tecavüz; yüksek faiz, yüksek enflasyon, dolarizasyon, kentsel rantlar, high spekülasyon ve tekelleşme, mal ve hizmet veren Anadolu işletmesine orta sınıfın katledilmesi gibi sonuçları doğurmuştur.

*İşin acısı tecavüz ve istenmeyen doğumlar devam etmektedir.

Cemil ÇAKMAKLI

devre

İKİNCİ BÖLÜM

Birinci bölümdeki konuşmalardan ve tartışmalardan anladım ki; hemen herkes dünyadaki IMF güdümünde gelişen – benim deyimimle – moneter saldırıyı görüyor ancak farklı kelime ve üsluplarla ifade ediyor.

Çözümlerin veya önerilerin konuşulacağı bu ikinci bölüme başlamak için bu iyi bir ortam, doğru bir asgaridir. Görülüyor ki; Monetarist yaklaşımlar uluslar arası

Kuruluşların yedeğinde dünyaya yayılmış ve reel ekonomileri tahrip ederek yerine sanal ekonomiler getirmişlerdir.

-Monetarizm ve spekülasyon öncelikle yanlış ve eksik kavramların;  sistemsizliğin ve istikrarsızlığın bulunduğu ortamlarda gelişmektedir. Bu yüzden kanımca; toplumu bir arada tutan temel kavramlar ve yargılar netleştirilmelidir.

Daha öncede söylediğim gibi piyasa ekonomisinin tüm kavramları ve giderek kurumsal niteliği netleştirilmelidir.

Piyasa ekonomisi bir sistem bütünüdür. Yatay anlamda arz ve talep cepheleri; arzın standartları, talebin sahibi tüketicinin korunması, düşük maliyetlerin teminatı rekabetin korunması ve diğer kurumları ve kavramları ile piyasa ekonomisi netleşmelidir.

Dikeyde piyasa ekonomisi,  faktör piyasaları ve işlemler düzeni yeniden tanımlanmalıdır. Kavram ve istem bozukluklarına bazı somut örnekler verirsek,  bize yol gösterici olacaktır.

Kamu ekonomisi kavramı;  piyasa ekonomisinden ayırt edilemediği için, kamu ekonomisi teknisyenleri kendilerini ekonomist zannetmektedirler. Örneğin devletin gelir ve giderini karşılayamamasını bir ekonomik sorun zannetmekteyiz. Oysa bu bir; kamu giderlerini ve giderlerini düzenleme sorunudur. Bu sorunu çözmek isteyenler; şimdi yapıldığı gibi tek yanlı faiz ilan ederek piyasayı bozmamalı tam tersine piyasayı büyütmeye yönelik orta vadeli tedbirlerle vergi gelirlerini arttırmaya çalışmalıdırlar.

Yapılan bir dolu yanlışlardan biri de “ özelleştirme’’  alanında olanıdır. Piyasalaşma tamamlanmadan, özelleştirme yapılamaz. Doğru düzenlenmemiş bir piyasada; devlet mülkiyetindeki işlemler çalışmadığı gibi özel mülkiyetli işletmeler hiç çalışamaz. Ya haksız yere batar, ya da tekelleşir.

“Banka özelleştirmesi ’’ denilen bir kavram yanlışı şu sıralar ortalığı kasıp kavuruyor. Dünyada bankalar özelleştirilmiyor, toplumsallaştırılıyor. Türkiye bir yanlış kavramın ve kavrayışın sonunda bankaları bankerleştirmiştir.

Banker kuruluşları kişilerin olur, bankalar ise toplumun olmalı,  toplumsal sorumlulukları yüksek olmalıdır.

Türkiye Piyasa Ekonomisi; resmisi, gayri resmisi ile yaklaşık 300–350 Milyar $ GSMH’ya ulaşmıştır. Bu;  günde yaklaşık 1 Milyar $ GSMH demektir. Bir günde 1 Milyar dolar GSMH üreten bir ekonomiyi piyasadan Devlete 3-5 Milyar dolar aktaracağım diye yanlış kavramların açmazlarına düşürmek anlaşılır bir şey değildir.

Kavrama yanlışları kurumları da yanlış yönlendirmekte ve sistem ters çalışmaktadır. Sermaye piyasası 1980 Tarihli bir kanunla; reel ekonomiye ve onun işletmelerine öz kaynak temini için kurulmuştur. Ancak 1986’ da kurulan IMKB bugün ahla kumar borsası gibi çalışmakta reel ekonomiyle ve işletme karlılığı ile bağını kuramamakta, spekülasyon borsayı yiyip bitirmektedir. Para piyasasının temel kurumu olan bankacılık sistemi felç hale gelmiştir. Özellikle ticari bankacılık sistemi,  bireyselleşmiş, kişiselleşmiş ve bankerleşmiştir. Oysa daha önce belirttiğim gibi bankalar özelleştirilmemeli, toplumsallaştırılmalıdır.

Mevzuatların rezaleti yetmiyormuş gibi, kamu bankaları toplumsallaştırmayıp, kişiselleştirilmeye çalışmaktadır.

Faktör piyasalarındaki yanlışları teker teker sayamayız ama, emek piyasası 40 Yıl önceki kavram, tanım ve kanunlarla çalışmakta, temel faktörler piyasası örneğin enerji dünyadan 2 ya da 3 kat pahalı üretilip, satılarak reel ekonominin ihracat ve rekabet gücünü kırmaktadır.

Reel ekonominin kurulabilmesi ve spekülasyonun önlenebilmesi için yapılması gereken temel işlerden birisi de ekonominin ve mali sistemin doğru ölçülüp, tartılmasıdır.

Bugün ülke; ekonomisinin ve mali sistemlerin sayısal verileri bilinmemektedir. Ülkenin emisyonu, milli nakit akım sistemi bilinmediği için doğru hesaplanamamaktadır.

Görünmez kalemlerde; turizm ve bavul, daha yeni yeni doğru değerlerle yer almaktadır.

Kısacası; Türkiye ekonomisine karşı, hem kavram, hem de  rakam bazında ayıp ediyoruz. Ekonomide ne kavramlarımız doğru, nede rakamlarımız.

Bir ekonomi;  doğru kavramlarla doğru verilere, doğru sisteme dayanmadan kurulamaz. Özellikle sistem kurma konusunu biraz açmak istiyorum. Ezberci, kopyacı eğitim düzenimiz bizi dizayn özürlü hale getirdi.  Yeni bir ürün dizayn edemediğimiz, marka ihraç edemediğimiz gibi, ekonomik sistemimizde dizayn edemiyoruz… Mal ve hizmet dizayn edememekle, siyasi sistem dizayn edememek ezberci ve kopyacı eğitimimizin sonucudur. İlk düşman budur…

Ezberciliğin olduğu yere reel ekonomi ve yöneticilik değil; kopyacılık, montajcılık, fasonculuk ve giderek spekülatif ekonomi gelir oturur.

Bu bozuk sistemin daha bozuk sistemleri, örneğin tekelci sistemleri doğurması kaçınılmazdır. Özellikle finans piyasalarında oluşan devleti ablukaya alıyor. Dünyanın her tarafında tekelcilik suçtur… Buna karşı koyamayan devlet, piyasa ekonomisi devleti değildir, liberal hiç değildir. Buna karşı çıkmayan siyasetçi, toplum siyasetçisi değildir.

Türkiye’de demokrasinin ve siyasetin azlığından, çokluğundan çok niyetine ve çözüm gücüne bakmalıyız

Türk siyasi hayatı bugün; liderlerini değiştirmeyen parti oligarşilerini, otorite üretmeyen bir seçim sistemini sırtında taşınmakta, bir sistem ve hedef yokluğu fazını yaşamaktadır.

Değerli Arkadaşlarım;

Kıra döke lafımı esirgemeden konuştum,  beni bağışlayın. Ama artık kibarlık edecek limitimiz kalmadı. Daha da eskisi var ama 20 yıldır enflasyon yaşayan, dolar faizini % 30’lara çıkarmış bir ülkenin sözüm ona bizim gibi aklı erer diye konuşturulan insanları her şeyi cesaretle söylemeye mecburdur. Her şeyi söyleyelim ama;  bize gökdelen projesi lazımsa tuğlanın nasıl örüleceğini anlatmayalım.

Konuşmayı şu bölümle bitirmek istiyorum. Biz reel ekonomi konuşuyoruz. Reel ekonominin nihai hedefi rekabettir. Dünyanın her tarafında benzeri ürünler ile maliyet açısından rekabet edilebilen ve dizaynı, yeniliği ve benzeri açısından da tercih edilen ürün üreten bir yapıyı reel ekonomi amacı olarak önümüze koymalıyız. Türkiye’nin bugün dünyada ki ürün değişimi konusunda bir fikri bile yok. Dünya artık ürün standartlarını doğaya uygun, ekoloji dediğimiz bir yaşam anlayışına dayanmakta, Ekolojiden referans alan bir ürün gamı oluşturmaktadır. Türkiye’deki tekstilci, krizle uğraşıyor, ama dünya organik, lifli tekstil ile uğraşmaktadır.  Tüketici artık yarın başka bir tüketici olacak. Bu değişimi yakalamak zorundayız. Uzun ömürlü ürün diye kriterler var artık dünyada. Bankalar artık projeye kredi verirken, “ sizin üreteceğiniz ürün uzun ömürlümü? ’’ diye soruyor. “ Organik mi ?’’ diye soruyor.

Türkiye, de de bunları tartışıyor olmamız gerekirken hala kavramsal birliği sağlanmamış, tanımlamaları yapılmamış, bir ortamdayız. Biz, konular üzerinde mekanik spekülasyonlar yapıyoruz.  Türkiye’nin neden filozofu yok, neden Türkiye’de sistem kurmayı düşünen insanları yok, çünkü geçmişimizde akıl yürütme yok, ezber var. Çünkü geçmişimizde deney yok, deneye dayalı kavram yok, sistem düşüncesi ve sistem kurma yok. Sabrınız için teşekkür ederim.

Dr.Cemil Çakmaklı

KÜÇÜK VE ORTA ÖLÇEKLİ SANAYİ İŞLETMELERİNDE TESPİTTEN ÇÖZÜME DOĞRU

KÜÇÜK VE ORTA ÖLÇEKLİ SANAYİ İŞLETMELERİNDE TESPİTTEN ÇÖZÜME DOĞRU …

Son yıllarda küçük ve orta ölçekli işletmelerin gelişmesine yönelik temel stratejinin ve önceliklerin ne olması gerektiği, üzerinde pek çok tartışılan bir konu olmuştur.Konuyu inceleme ve çözüm öner­meye yönelik çalışmalar çoğu kez problem tespiti aşamasında kalmış çözüme yönelik sistem yaklaşımı öne­rilmemiştir.”UNDP” için BİAR A.Ş. tarafın­dan hazırlanan çalışmanın bu konu­daki açığı büyük ölçüde kapattığını düşünmekteyiz.Burada konu ile ilgili olarak yapı­lan açıklama ve öneriler söz konusu rapordaki bulguları özetlemektedir.UNDP araştırmasında, temel stra­tejinin belirlenmesine yönelik çalışma­lar şu aşamalardan oluşmaktadır.1. KOS ihtiyaçlarının belirlenmesi,2. Bu ihtiyaçları karşılamaya yöne­lik müessese ve kuruluşların belir­lenmesi.3. Müessese ihtiyaç (aktivite) tab­losunun kurulması,4. Ortaya çıkan işbölümünün ilgi­li kuruluşlarla tartışılması ve bu konu­da bir mutabakata varılması.5. Mevcut ve kurulacak müesse­selerin görev tanımlarını üzerinde uz­laşılan esaslara göre oluşturacak ve­ya bu yöne dönüştürecek yeniden yapılanma araştırma çalışmalarının yapılması.6. Araştırmaları takiben çalışmala­rın ortaya koyduğu yapı ihtiyacına uy­gun politik ve hukuki “Institution Building” faaliyetlerinin yürütülmesi.7. Hukuki değişiklikleri ve kuruluş­ları takiben söz konusu müesseselerin fonksiyonlarını eksiksiz yürütecek şekilde organize edilmesi.Yapılmış bulunan çalışma, aşama­lardan olan ilk üçünü ihtiva etmekte olup müteakip araştırma öncelikleri 4. kademeden başlamak üzere 7. kade­meye kadar uzanmaktadır.Şu aşamada yapılması, gereken en öncelikli iş konunun kamuoyuna arzı ve orada tartışılmasıdır.Tartışmayı takiben yapılması ön­celikle gerekli iş ise KOSGEB, KOS­DER, KOSBANK gibi stratejinin üç temel taşını oluşturan yetkili ve Sorum­lu Kamu Kuruluşu, Küçük ve Orta Sa­nayici Dernekleri, Küçük ve Orta Sa­nayi Bankası konusundaki araştırma­ları tamamlamaktır. Bu kademeyi di­ğer kuruluşlarla ilgili kuruluş profilleri Araştırma Projeleri takip etmelidir. Ve bu araştırmalarda yeniden kamuo­yunda tartışılmaya açılmalıdır.Öncelikle yapılacak iş ise; bu stra­tejinin üç unsurundan biri olarak bu­gün var olan KOSGEB’in faaliyetleri­ne yeni biçim verilip yetkilerinin, kay­naklarının ve etkinliğinin artırılması bi­çiminde olmalıdır.Dergimizin; Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi işletmeleri konusundaki prob­lem tespit etmeden öteye, sistem yak­laşımı tartışması başlatmasının olumlu sonuçlar vermesini ve bu çok önem­li konuyu biraz daha iyiye doğru iler­letmesini diliyorum.

YARIM BİR PİYASA EKONOMİSİ

YARIM BİR PİYASA EKONOMİSİ 

Daha on yıl önce; ekonomik model seçimini yapamamıştık ve plan mı, piyasa mı, anayasa sağa mı, sola mı açık tartışmalarıyla uğraşıyorduk. Ama birdenbire ve hızla ‘’piyasacı’’ oluverdik. Piyasa ekonomisi diyoruz da başka birşey demiyoruz. Fakat bu sistemin ne denli güç oluşacağını, konunun sadece arz, talep diyerek çözülemeyeceğini, piyasa ekonomisinin bir ‘’teknik sistem bütünü’’ olduğunu sanırım henüz kavrayamadık…

Türkiye’ de uzunca bir süredir ‘’yarım bir piyasa ekonomisi’’ dönemi yaşanıyor. Kamu tekellerinin verimsizliği maliyet yaptıkları, özel tekellerin yetersizliklerini koruma adı altında, tüketici veya türev mal üreticisi küçük ve orta ölçekli sanayiciye pahalı fiyat olarak sundukları, uzun vadeye ve reel değerlere dayanması gereken bir özkaynak piyasasının, bir spekülasyon piyasasına dönüştüğü, para piyasasının orta vadesinin yok olduğu ve bütün bunlar gibi omlarca yarımlığın yaşandığı bir dönem bu…

Sonuç yürekler acısı…

Dünyanın en pahalı faktör piyasalarına sahip olma birinciliğine doğru koşuyoruz.

Emek faktörümüz; beceri düşüklüğü ve üzerindeki % 100 vergi ve vergi benzeri külfetle kullanan işletmeyi batırıyor.

Sermayemizin reel faizi %30’ları aşıyor, dünyadaki yaklaşık ortalama %10’luk seviyenin üç misli…

Demirimiz ve buğdayımız dünyadan iki kere, kömürümüz dört kere, PTT ürünlerimiz üç kere, sanayinin kullandığı enerji dört-beş kere pahalı…

Yani temel girdiler almış başını gidiyor. Bu olumsuzlukların peşisıra; reel kesimden, diğer adıyla üretimden kaçış, spekülasyonu baştacı ediş, tıkanan ihracat, arslan gibi bir enflasyon ve bozulan sosyal dengeler geliyor. Adet olduğu üzere yarın bir suçlu aranacaktır. Büyük bir ihtimalle; hala henüz olmayan ama hep yandaşı olduğumuz ‘’piyasa ekonomisi’’ suçlu ilan edilecektir.

Oysa o yok ki suçlu olsun. Çalıştırılmıyor ki işe yarasın.

O yüzden bugün ekonomiyi düzeltmek adına yapılacak ilk iş piyasa sistemini, alt sistemleriyle birlikte gecikmeksizin kurmak ve işletmektir. Piyasa sisteminin alt sistemleri faktör piyasalarıdır. Bu piyasaları, yani; emek, sermaye ve hammadde piyasalarını, bugünkü müdahaleli ve fiktif ortamdan çıkarıp ‘’arz-talep hoca’’nın dediği gibi çalıştırmalıyız. Onun dediğini yapmazsak, bugün olduğu gibi milyonlarca işsizi olan bu ülkede, bu pahalı ücretler oluşur. Hiç kimsenin yanına yaklaşamadığı bu çirkin faiz doğar. Devlet ve özel kesimin tekelci kabadayıları size bu iri fiyatları dikte eder. Bu özürlerle dolu piyasalar işlemez, hatta –eski teknolojileriyle- mazarrata dönüşür.

Kısacası; piyasa ekonomisi piyasa ekonomisi demekle olmaz bu iş; faktör piyasalarını derhal düzenlemeliyiz. Ekonomimizin, yasal ve de siyasi cübbeli örgütleriyle, tekel şapkalı ve korunma özürlü ekonomik dernekleri birbirleriyle itişip kakışırken gerçek piyasa ekonomisi hala elinden tutacak gerçek yandaşlarını bekliyor. Tüm Trük toplumunun kendisini benimseyip, işletmesini bekliyor.

(Ocak 1993)

BÜTÜN ZAMANLARIN DOĞRULARI

BÜTÜN ZAMANLARIN DOĞRULARI

Üç bininci yıla doğru mekansal ve zamansal sınırlar zorlanıyor. Küreselleşme diye adlandırılan gelişmelerle; siyasi sistemler, ekonomik sistemler, kültürel sistemler karşılıklı etkileşiyor ve benzeşiyorlar.

Bu arada “bütün zamanlarda” ve “bütün insanlar” için doğru olan değer sistemleri de oluşmaya ve netleşmeye başlıyor.

İnsanoğlu; bin yıl önce de doğru, bugün de doğru, Asyalı için de doğru, Amerikalı için de doğru değer sistemleri oluşturuyor artık …

“İnsan sevgisi” bütün zamanların doğrusudur. Bin yıl öncesi için de doğrudur, bugün de, bin yıl sonrası için de… İnsan kendi kendine karşı olamayacağı, olmaması gerektiği için doğrudur bu …

“Ekolojik sisteme sorumluluk”, bir başka “Bütün Zamanların Doğrusu” dur. Henüz, içinde yaşayabileceğimiz başka bir sistem bilmediğimiz için dünyamızı korumaya mecburuz.

“Üreticilik, verimlilik ve yaratıcılık” ise, en önemli “Bütün Zamanların Doğrusu” dur. Bu doğrudan nasibini alamamış insan ve toplumlar sıkıntılar içinde yaşıyorlar, kendilerine ve tüm insanlara zarar veriyorlar. Farkında olmadan bilmeden zarar veriyorlar.

Bizim insanımız ve toplumumuz da evrensel değer sistemleri üzerine oturmak, özellikle “üreticilik, verimlilik ve yaratıcılığı” kendisini rehber etmek zorundadır.

Eğitim sistemimizi, kültür sistemimizi, piyasa ekonomimizi kısaca tüm yaşam sistemimizi üretici, verimli ve yaratıcı bir temel üzerine oturtmazsak bugünümüzü yaralar, geleceğimizi öldürürüz.

Üretici, verimli, yaratıcı bir topluma doğru yönelmeye mecburken; bugün hala, üretici değil isteyici; verimli değil yavaş; yaratıcı değil tutucu izler görüyoruz dört yanımızda…

Bu izler yok edilmez, tam tersine çoğalır ve peşinden gidilirse çıkmaz ve dönülmez sokaklara girer toplumumuz ve ekonomimiz.

En önemli çıkmaz da, bu verimsiz ortamda çalışanla çalıştıranın kör dövüşüdür.

Çalışan beklediğini alamaz, çalıştıran istediğini veremez. Ve verimsizlik sürdükçe geçimsizlik kaçınılmaz olur.

Bu durumlara düşmemek için; üretimsizlik, verimsizlik, yaratıcılıksızlık hastalığından bireylerimizi, işletmelerimizi ve ekonomimizi korumak zorundayız.

Bu temel anlayışların ışığında, bu sayımızda emek piyasamızı irdeledik.

Amacı da, aracı da insan olan bu piyasanın toplum ve üretim düzenimizin temel taşı olduğunu hep biliyoruz.

Diliyoruz ki: bu piyasamız tarafları; aldığını veren, verdiğini alan bir anlayışta olsun ve “verimliliği” temel ilke edinsin.

Çünkü, verimi olmayanın yarını olmaz…

Olamaz!

 
(Şubat 1993)

KONUT EKONOMİSİ

KONUT EKONOMİSİ

“Konut piyasası, toplu konut yerine toplu kondu, yeni yerleşmeler yerine, şehir merkezlerinde yık-yap-sat konutçuluğunu doğurdu” (Nisan 1984)
Herkesin bir değil çok şey dediği konut konusunda; ekonomi bi­limi; “Mesken bir üretim, iskan bir tüketimdir” der, mesken üretim ve tüketiminin de, diğer üretim ve tüketim biçimleri gibi bir piyasada yaşadığını söyler.
Doğal olarak; bu piyasada da arz vardır, talep vardır; arzı düzenleyen bir işletmecilik, talebi sağlayan bir satın alma gücü vardır. Az ya da· çok, düzenli veya düzensiz; ama vardır.
Bütün zamanların konusu konut; bu piyasa ve bu unsurlar incelenerek değer­lendirilmeli, konuya piyasa sistemiyle yaklaşılmalıdır.
Çünkü ancak bu piyasa düzenlenebi­lir ve sağlıklı işletilebilirse; laf değil konut üreyecektir.                                                                                                                                                               
İŞİN ELİFİ                                                                                                                                                                    
Konut konusuna, isin elifinden baş­lamak; konut piyasasını arz ve talep cepheleriyle ele almak gerekmektedir. Arz ve arzı oluşturan unsurlar, talep ve talebi oluşturan unsurlar ayrı ayrı ele alınmalı bunların nasıl çalışacağı düşü­nülerek, konut üretiminde matematiğe dayalı ve yaşayıcı bir çözüm bulunmaya çalışılmalıdır.                                                      
KONUT KONUSUNDA ARZ                                                                                                                                                                                                    
Konut konusunda arz, toplumumuza yabancı bir husus değildir. Bu konuyu ulemamız yıllardır birbirine, vatandaşı­mız devletine arz eder, devletimiz de yasal düzenlemelerle konuya çözüm arar, durur. Konut piyasasında arz ve bu arzı belirleyen unsurlarsa bir başka konudur. Konut piyasasında’ arz, birinci olarak; konutu oluşturan doğal ve fiziki girdile­rin varlığına bağlıdır. Konut arzının sınırlarını bu doğal ve fiziki girdiler belirler. Bu doğal girdiler ilkel insanın ilkel konutunda; taşlardaki oyuklar, ağaçlardaki kovuklardır. Gelişen insanla konutlar da gelişmiş, natürel ahşap, taş ve diğerleri konutlara girdi olmuştur. Günümüzde; demir, çimento, tuğla, kiremit, sıhhi tesisat, izolasyon maddele­ri ve diğerleri modern insanın, modern konutunun girdilerinin adıdır. Kuşku­suz, bunların varlığı ya da yokluğu veya maliyetleri toplam konut arzını belirleye­cektir.
İkinci olarak; bunları birleştiren teknoloji, bu teknolojiyi uygulayanlar; kısaca “konut üretiminde işletmecik” arzın önem”li unsurlarındandır.
Arzı belirleyen üçüncü unsurun adı “mekan planlaması”dır ve bu planlanan mekanın altyapı denilen “müştemilatı”dır. Çinli’nin kayık konutu “Sampan’ın mekanı su, bizim gecekondumuzun mekanı “arazi”dir. Medeni toplumlar; başıbozuk konut üretiminden sıkılmış­lar, ülke topraklarını, arazilerini çizgiler­le bölmüşler, bu işe imar planı, bunun sonunda çıkan arazi parçasına arsa demişler… İşte o gün bugün, bu “disipline edilmiş arazi” yani arsa, konut üretiminin temel girdisi olmuş. Bizim gibi ülkelerde arazi bol, fakat çizgi az olduğundan araziler arsa olamamış, arsalar çok pahalanmış, bazen konut maliyetinin % 60’ını oluşturur hale gelmişler. Yine arsalar o kadar değerli hale gelmişler ki; 5-10 yıllık binalar, bir ­iki kat daha fazla yapabilmek için yıkılmışlardır.        

DESTEKSİZ TALEP                                                                                                                                   

Konut arzını belirleyen bu temel unsurların da üstünde bir belirleyici daha var ki, adı “talep”tir. Konutta talep, arzı uyaran temel motiftir. Bizim gibi top­lumlarda soyut bazda “fena halde yüksek”tir. Yaşamanın temel amacıdır. Ahretteki iman kadar önemlidir. Herkes konuta taliptir. Ancak, ekonomistler talebi; “satın alma gücü ile desteklenmiş istek” diye tanımlayınca sihir bozulmak­ta, talep yok olmaktadır. Çünkü talep; genellikle satın alma gücüyle desteklenme­mektedir. Diyorlar ki; satın alma gücüyle desteklenmiş gerçek konut talebinin; milli gelirin yüksekliğiyle ve paylaşımıyla “aleni ilişkisi” varmış …
Diğer yandan, bu talep; “bir acayip talep” … Baştan “mesken üretim, iskan tüketimdir” demiştik… İskan tüketim, mesken üretimse eğer; ömür boyu tüketeceğini, iki yılda üreteceksin … Üreteceksin de; parasını nereden bula­caksın… Deseler ki kişiye; “ömrün boyunca tüketeceğin etlerin parasını peşin vereceksin”. İhtimal gülecektir.. Veremeyecektir, yiyemeyecektir. İşte ay­nen böyle; ömür boyu tüketimini iki yılda ödemek zorunda bırakılacak “ortalama insan” gerçek konut talebinde buluna­mayacaktır. “Ortalama insan”ın kendi kazançlarıyla oluşturması çok zor olan konut talebinin desteklenmesi gerek­mektedir. Ülkelerin konut sorununu çözmeleri ve konut üretim modelleri bu desteğe ve desteğin biçimine bağlıdır.
Desteğe dikkat!..
Konut talebi, daha doğru deyişle mülk konut talebi; bütün dünyaca iki temel biçimde desteklenmektedir.
Birinci temel biçim; sübvansiyon esasına dayanan kamu desteğidir. Kamu veya görevlendirdiği kurumlar, piyasa­dan aldıkları vergi ve vergi benzeri mecburi kesintileri bütçede veya fonlarda toplarlar. Her zaman değil ama genellik­le düşük ve orta gelir gruplarını doğrudan veya faiz iadesi vb. gibi yollarda desteklerler.
İkinci temel biçim; talep sahiplerinin veya meslek gruplarının birbirlerini desteklemeleridir. Burada; talep sahipleri küçük imkanlarını tasarruf sandıkları veya benzeri kurumlar veya bankalarda toplayarak; taleplerini sıraya dizerek konut ihtiyaçlarını giderirler. Burada subvansiyon genellikle yoktur.

“Konut arzını belirleyen temel unsurların üstünde bir belirleyici daha var ki adı “talep’tir”

Kişi tasarruflarını düşük faizle belli bir müddet biriktirir, ana parasını ve diğer tasarrufçunun birikiminden kredisini alır, biraz daha yüksek faizle makul bir müddette öder. Ferdin ve kooperatifin, mülk konut talebinin desteklenmesi, bu biçimlerden biriyle veya karma bir sistemle olmaktadır.
Ancak; sağlıklı işleyen ve yaşayan talep destekleme biçimleri; bağış mantı­ğından uzak; fonları nominal değerle ödünç vermeyen, kişiyi tasarrufa özendi­ren, kişinin gerçek tasarruflarına daya­nan, piyasa gerçeklerine bağlı destekler­dir. Eğer konut talebini destekleme biçimi iyi seçilmezse, bağıştan uzaklaştı­rılamazsa, talebi ve konuta yönlendiril­miş fonları eritmekte’ ve tasarrufçuyu istismar etmektedir. Onun için, aman;
DESTEGE DİKKAT …
Konut piyasası: pek çok piyasanın ağababasıdır. Diyorlar ki; bir milyarlık konut üretimi 600 milyonluk girdi kullanmaktadır, çimentodan demire, camdan çiviye her şeyi kıpırdatmaktadır. Konutun sosyal yapıya ve istihdama etkisini konuşmaya hacet yok… İşte bu yüzden bu ağababa ihmal edilmemelidir! İşlek bir konut piyasası için ilk şart, toplumun “mülk konut” tercihinin yay­gınlığıdır. Bizde, böyle bir sıkıntı yoktur. Toplumumuz mülk konutu temel tercih haline getirmiştir, – konuta aşırı talebi vardır. Ancak, bu olumlu ortama rağmen sağlıklı bir konut piyasası gelişememiştir. Pek çok faktörün yanı sıra birkaç temel unsur bu piyasayı tıkamış, sağlıklı ve yeterli konut üretimine imkan vermemiş­tir. Önce; gelir standardı düşüklüğü, konut standardı düşüklüğünü getirmiş, gelir düşüklüğüyle birlikte; suni arsa ve altyapı arzı yetersizliği konutun kalitatif gelişimini durdurmuştur. Arzı belirleyen temel girdilerde üretim maliyetlerinin yüksekliği ve devrevi arz bunalmaları birim konut maliyetlerini yükseltmiştir. Artan maliyetlerle birlikte yükselen kiralar, ihtiyaç sahiplerinin konuta yöne­lebilecek tasarruflarını tamamen yok et­miştir. Kısaca; müstakbel konut talebini; kiralar vurmuş, maliyetler öldürmüştür.
Sonuç olarak; toplu konut yerine, toplu kondu; yeni yerleşmeler yerine, şehir merkezlerinde yık-yap-sat konutçu­luğu doğmuştur. Talebi destekleme bi­çimleri; modelsiz, hesapsız ve yetersiz olmuştur. Yetersizliği bir yana fonlar yanlış işletilmiştir. SSK tarafından koo­peratiflere verilen ödünçler, nominalden salındıkları için güle güle gitmiş, ağlaya­rak geri dönmüştür. Giderken evi yapan ödünçler, dönüşlerinde bir oda bile yapamamıştır. Ödünç verilen fonlar, toplumsal işlevleri olan birikimlerdir. Erimelerine veya aşınmalarına neden olabilecek biçimde işletilmemelidir. Enf­lasyon ikliminde; ödünçlerin veya fonla­rın, nominalden salınmaları, onu oluşturanların sırada bekleyenlerine büyük zararlar vermekte, kaynaklar ilk kulla­nanların lehine yok edilmektedir. Diğer yandan; konut sektörüne ilişkin tartışmalar hiç bitmemiş, konutun ölü yatırı mı, diri yatırım mı olduğu bir karara bağlanamamış, konut yatırımlarının top­lam yatırımlar içindeki payı yüzde 2’lerden öteye geçememiştir. Bundan başka; konut üzerine; inşaatın başlangı­cından oturma iznine kadar 30 ayrı vergi salınmış; DPTnin dediği gibi; mali politikalar “destek değil, köstek” olmuş­tur.
“Kim yapsın savaşları”‘
Böylece; arpa ekin biçerek, gündüzle­ri konuşarak, geceleri kondu yaparak; “Toplu Konut Kanunları Devri”ne, kanundan medet umma devrine geldik. 2487 sayılı ilk Toplu Konut Kanunu’nun ele alınmasıyla birlikte derhal ve hemen cenk davulları çalındı… Kooperatif yan­lıları ile özel kesim yanlıları kanlı, “KİM YAPSIN SAVAŞLARl”nı başlattılar. Ne ile, hangi parayla, hangi sistemle demiyorlar, yapılsın da şu açık kapansın diyenleri dinlemiyorlardı. Kanun çıktı; Kooperatif benimsenmiş, finansman iha­lesi “bütçe”nin üzerinde kalmıştı. Çul­suzdan çuha isteniyordu. Ek Geçici i. Madde ile 280 bin kişi kuyruğa girdi :
Para yoktu, bekleyen çoktu… Derken, beklerken; birkaç hafta önce; kanun yine değişti, sigara içenler ve seyahat edenler konut finansmanıyla kooperatiflerin ya­nı sıra özel kesim de konut yapımıyla ilişkilendirildi… Bütçe bırakıldı, fon kuruldu. Hepsi iyi güzel de, ortada şimdilik, kaynakları, düzenleyen çerçeve kanun var. Bugünlerde; kanunu tamam­layacak yönetmeliği bekliyoruz. Bu yönetmelikte; konut piyasasını ve yuka­rıda da başlıkları verilen engelleri ortadan kaldıracak düzenlemeleri gör­mek istiyoruz. En önemlisi de; konuta yönelmiş talebi desteklerken, fonları eriterek geleceğin konutlarını yok edecek bağış mantığından uzaklaşılmasını, bu­nun yerine toplumumuzun layık kesimle­rinin konuta yönelmiş ama ciddi taleple­rinin matematik esaslara uyarak konuta kavuşturulmasını diliyoruz.                                                                       

AİLENİN AMBALAJI

Diliyoruz çünkü konut; toplumu geçmişten geleceğe kırılmadan, dökül­meden götürecek ambalajdır. Toplumun temel kurumu ailenin ambalajıdır. Bu ambalaj nitelik ve nicelik bakımından yeterli olmazsa; toplumumuzu yarınlara sağlıklı taşıyamayız. Nitelik ve nicelik bakımından yeterli konut üretmenin yolu; konut piyasasını arz ve talep cepheleriyle düzenlemekten geçer. Ka­nımızca da arz ve talebin düzenlenmesi yukarıda belirtmeye çalıştığımız temel ilkeler gözetilerek yapılabilir.
Gerisi; “nafile kelamdır, gafile ke­lamdır” …

Dr.Cemil Çakmaklı…

GELECEKLE İŞİM VAR BENİM

GELECEKLE İŞİM VAR BENİM

Herkesin benden

Ağırbaşlılık hatta yaşlılık

Beklediği günlerdeyim..

Yada öyle bir yerdeyim..

Arkamdan gelenlerin

Eleğini aş artık

Çek elini yeniden

Çek elini tazeden

Uzak dur gelecekden

Dediklerini duyar gibiyim.

Ama öyle değil..öyle değil işte

Ektiğim hayallerim, biçtiğim gerçeklerim

Bildiklerim,

Biriktirdiklerim var benim..

Geleceğe taşıyacaklarım var benim

Geçmişte çok emeğim var benim

Anlatacaklarım var,

Daha yapacaklarım var benim..

Sevdiklerim, seveceklerim var,

Yeni, taze , güzel ne varsa

Onlarda gözüm var benim..

Sözün Özü ;

Daha eleyecek unum var benim

Gelecekle işim var benim..

CEMİL ÇAKMAKLI’DAN AFORİZMALAR..

CEMİL ÇAKMAKLI’DAN AFORİZMALAR..

devre

Hiçkimse sizi kendinizi iyi hissettiğiniz zaman terketmez.

devre

Ne kadar uzun yaşarsan yaşa yaşlanma..

devre

Yaşlanmak gelecekten korkmaktır.

devre

Çoğu insan önyargılarını tekrarlarken düşünüyorum zanneder..

devre

Başkalarının yargı ve tasarımlarıyla yaşayanlar ” ikinci el yaşarlar..

devre

Geçmişte kalanlar azalırlar, geleceğe yürüyenler çoğalırlar…

devre

Kısırla ev kurulmaz, hep isteyenle dost olunmaz…

devre

Derdi eve kapat ölsün, sevinci bahçeye dik komşu görsün..

devre

Elindekiler hedefindekilerin temelidir,

Elindekilerin Kıymetini bil..

devre

Herkes konuşsun, ama siz yapanı dinleyin…

devre

Tabiat bütün halinde tek bir organizmadır.Birdir ve bölünmez bir bütündür.

devre

İnsan; denediğinin alimi , denemediğinin cahilidir.

devre

Dr.Cemil Çakmaklı

BIRAKIN İNSAN BEYNİNİ BIRAKIN, RAHAT BIRAKIN!..

BIRAKIN İNSAN BEYNİNİ BIRAKIN,

RAHAT BIRAKIN!..

Bu ne iş kardeşim,

Bu ne dalga, bu nasıl bir gidiş?

İnsanlar olmuş  7 milyar,

Bir de tüketim mikrobu kapmışlar.

Neredeyse dünyayı batıracaklar.

 

Birileri kullanmak için bunları,

Modern toplum, birey mirey diyerek

koparmış doğalarından.

Ürettiği yanlışları,

Paradigmaları ve yargıları

Üflemiş bedenlerine.

Ve hala, her saniye

İletişim denilen hunileriyle

Gazeteleri, televizyonları, internetleriyle

Ezber doldurmaya devam etmekte beyinlerine.

 

Yani birileri, insancıkları

Sürekli ezberletmekte,

Ve düşünemez hale getirmekte.

Peşi sıra,

Kafalarını karıştırıp dövüştürmekte,

Spekülasyon denilen gizli elleriyle

İnsanları ve devletleri söğüşlemekte

 

Bu ne iş kardeşim,

Bu ne dalga, bu nasıl bir gidiş?

 

Bir zamanlar insanlar

Toprağa basarken, ya da sokakta yaşarken

Tencerede pişirip kapağında yerlerdi…

Ama; ezberden uzak gerçeğe yakınlardı.

Kendileri denerlerdi, kendileri düşünürlerdi

Yani özgürlerdi…

Ölçüleri doğaldı, doğaya dayalıydı

Bilim dilinde buna,

“etik” diyorlar galiba

Ben buna dayanamıyorum işte,

ben buna dayanamıyorum

Tarihsel dalaşmalara jenosit, menosit diyerek

İnsanlık suçu sayıyorlar

Sonra utanmadan

İşlerine gelen paradigmaları ve yargıları üreterek

Ve insanların beynine üfleyerek

İnsanları eblehleştiriyor ve düşünemez hale getiriyorlar

Ve en büyük insanlık suçunu işliyorlar

 

Şimdi insanların etiği metiği kalmadı

Doğadan, doğal olandan çok uzakta

Modern hücrelerde, apartmanlarda

Sözüm ona yaşıyorlar

Doğal  temeli yani etiği olmayan

Kasıtlı birileri tarafından üretilmiş

Değer yargılarına “ahlak” diyerek

Kendilerinin olmayan kurallarla

Dedim ya

Sözü ona yaşıyorlar

 

Doğal referansı olmayan

Yani, etiğe dayanmayan

Ahlak mı olurmuş

Diyemiyorlar

Beyinlerini etmişler “enterkonnekte”

Yani doğrudan bağlamışlar

Yani teslim etmişler

Televizyona, bilgisayara, internete

 

İletişim denilen yem borusunun

Ucu puştun elinde

İşine gelenleri dolduruyor

Herkese, her beyine

Düşünemiyor insancıklar

Yargıları kendilerinin değil

Başkaları tarafından üretilmiş

Ticari, kasıtlı ve sentetik

 

İnsancık esir alınmış, güdülüyor

Artık topluma “kamuoyu” diyorlar

Yapay gündemlerle her gün

Yeniden kamuoyu üretiyorlar

Düşünemez hale getirilerek

İnsan yok edildi insan

Ve şimdi her gün yeniden oluşturulan kamuoyu oyunlarıyla

Artık toplum da katlediliyor

Ve insanlık tarihinin

bu en büyük katilleri

İletişim denilen silahlarıyla

Katliama, hala her gün

devam ediyor

 

Ne yapalım yani,

Diyecekler şimdi birileri

Ne yapalım yani!..

Dumanla mı haberleşelim

Posta arabaları falan mı?

 

Yok kardeşim yok

Kimsenin teknolojiye

Bir şey dediği yok..

Bizim sözümüz,

teknolojiye değil..

İçindekine, ve  de huninin başındakine..

İnsanı biçimleyene

Onu düşünemez hale getirene

 

İnsanın elinin kolunun bağlı olmaması

Ya da hapsedilmemesi insanın,

değildir özgürlük

İnsanın kendi yargılarını üretip

Onlarla düşünebilmesidir özgürlük

En büyük insan hakkı

Ya da insana gerçek saygı

Kesinlikle budur..

 

Bırakın insanın beynini, bırakın

Rahat bırakın

Toplum mühendisliği diyerek

Kamuoyu diyerek

ele hele ahlak diyerek

Ama gerçekte

Kağıdı “dolar” diye satmak için

Ortadoğu için, petrol için

Ve benzeri bir sürü soygun için

Paradigma ya da değer yargısı üretmeyi bırakın

BIRAKIN İNSAN BEYNİNİ

RAHAT BIRAKIN!..

BAHARDA, BAHARDA..

BAHARDA, BAHARDA..

Baharda, baharda

Çayırlar yeşerende

Yaşıl çiçeklenende

Baharda, baharda

Kan kaynar, cana akar

Can coşar, cana koşar

Baharda, baharda

Sular çoğaldığında

Coşup, çağladığında

Baharda, baharda

Kan kaynar, cana akar

Can coşar, cana koşar

Baharda, baharda

Kanımla, canımla

Ben sana koşacağım

Sana karışacağım

Baharda, baharda

Mutlaka bu baharda..

Dr.Cemil Çakmaklı

HARMAN SONU, GÜZBAŞI..

HARMAN SONU, GÜZBAŞI

Harman sonu, güz başı

Çoğalır Türkmen aşı

Düğün dernek kurulur

Canlar kavuşturulur

 

Harman sonu, güz başı

Geldi evlilik yaşı

Düğün dernek kurmazsan

Dinmez evde gözyaşı

 

Harman sonu, güz başı

Döner değirmen taşı

Kızı ver, oğlu ever

Allah da seni sever

Dr.Cemil Çakmaklı ..