Aylık arşivler: Şubat 2016

Türkiye’nin Gelişme Stratejisinin Temel Bileşenleri

“Türkiye’nin Gelişme Stratejisinin Temel Bileşenleri” tebliği, 2007 yılında; Forum İstanbul’da sunulmuştur.

Tebliğ; Türkiye’nin gelişmesinin önünü açacak, mekânsal, demografik, ekonomik ve ekolojik stratejileri irdeliyor.

Çakmaklı bu tebliğinde; dünyanın çatışan stratejilerden korumanın; ülkenin asıl değeri toprakları korumanın, nüfuzun kalitatif geliştirilmesinin ve ekonomi politiğin ve ekolojik gelişmenin nasıl başarılabileceğini anlatıyor.

Tebliğ hala güncelliğini ve geçerliliğini koruyor. 

devre

TÜRKİYE’NİN GELİŞME STRATEJİSİNİN TEMEL BİLEŞENLERİ

 Giriş

Strateji; “belirlenen bir hedefe ulaşmak için tutulan yol” olarak tanımlandığında, bir stratejiden bahsetmek için, önce “belirlenmiş hedefler” in olması gerekir.
Gelişme konusunda verili hedeflerimiz olmadığı için bu konuşma kapsamında “hedefler ve stratejiler” birlikte değerlendirilecektir.

Türkiye’nin Gelişme stratejileri ve onun temel bileşenleri, şüphesiz çok başlıklı ve boyutludur. Ancak biz konuyu aşağıdaki temel başlıklarla ele alacağız.

  • Mekansal Temelli Gelişme Stratejisi Bileşenleri
  • Demografik Temelli Gelişme Stratejisi Bileşenleri
  • Ekonomik Temelli Gelişme Stratejisi Bileşenleri
  • Orta Vadede Ekolojik ve Eko-Ekonomik Gelişme Stratejisi

      I. Mekansal Temelli Gelişme Stratejisi Bileşenleri:

Ömrünü organizmalara, özellikle mikro organizmalara adamış Pasteur ölürken gerçeği fark etmiş ve demiş ki; “Organizma hiçbir şeydir, ortam her şeydir.” Gerçekten de tüm doğal orjanizmaların bu arada insanların bütün hedef ve stratejilerinin temel belirleyicisi yaşadıkları mekan ve içinde bulundukları ortamdır.Evet; “ortam her şeydir” 

Sosyal organizmaların yani toplumların ve ülkelerin hedef ve stratejilerinin de temel belirleyicisi içindeki bulundukları mekan yani coğrafya olagelmiştir.

Bu nedenle; jeopolitik, jeokültür, jeoekonomi kavramları bilimsel disiplinler olarak insanlık tarihindeki yerini almışlar. Yani politika, kültür ve ekonomi öncelikle “bulunulan yer” ile, mekan ile coğrafya ile ilişkilendirilip açıklanmıştır.

  1. Jeopolitik ve Jeokültürel Değerlendirme:

Jeopolitikçiler dünyayı – talassokrasi – deniz uygarlığı ya da Atlantikçiler denilen blokla – Telluroksi – kara uygarlığı ya da Avrasyacılığın uzlaşmaz çelişkisiyle izah ederler. Türkiye bu uzlaşmaz çelişkinin eklem yerindedir.

Yine bazı jeokültürcüler; dünyayı Hıristiyanlıkla Müslümanlığın çatışmasıyla izah ederler. Türkiye yine bu çatışmanın eklem yerindedir.

Gerçekten de Genç Türkiye Cumhuriyeti, Atlantikçi ABD ve Avrasyalı Rusya’nın eklem yerinde; Hıristiyanlıkla Müslümanlığın çatışma sınırındaki konumuyla, coğrafyayla başka blokların çatışan stratejilerinden çok zarar görmüş, bunların uzantısı komşu taciz ve tehditleriyle, etnik kavga ve dini itiş kakışlarla çok vakit ve kaynak kaybetmiştir. Bu yüzden iktisadi büyümesi ve sosyal gelişmesini geciktirmek zorunda kalmıştır.  

Bu nedenlelere dayanarak Türkiye’nin Gelişme Stratejilerinin temelinde,  jeopolitik yerimiz ve jeokültürel durumumuz nedeniyle “çatışan stratejilerden zarar görmemek stratejisi” olmamalıdır.

Çatışan stratejilerden zarar görmemek için, kesinlikle stratejisiz olmamalı, tersine o stratejilerden daha güçlü, dayanıklı ve aşağıdaki özellikleri taşıyan stratejiler oluşturmalıyız.

Stratejilerimiz;

  • Ne kadar üstün ve baskın görünürlerse görünsünler, başka blokların yanlış hedef ve stratejilerinin eklentisi olmamalı. Yani yanlış karşısında bağımsız olmalıdır.
  • Kendini koruma gücünü sürekli çoğaltan stratejiler olmalıdır.
  • Evrensel değerlere dayalı ve bu yüzden diğer uluslarca da benimsenen ve Türkiye’yi merkez ülke konumuna yükseltebilecek stratejiler olmalıdır.
  • Teknik olarak, “yes” ya da “no” odaklı yani lineer olmayan karmaşık durumlarla baş edebilmek için holistik yani çok seçenekli olmalıdır.
  • Dünya eko sistemini gözeten ve bu yolla geleceğe varabilecek stratejiler olmalıdır.
  • Nihayet; başka merkez ülkenin stratejileri çok yakından izlenmelidir. Çünkü “kurt açısından neyin iyi strateji olduğu”, avcının ne yapmakta olduğuna bağlıdır.
  1. Jeoekonomik Değerlendirme:

Türkiye’nin ekonomik stratejilerini daha sonraki bölümlerde ayrıca ele alacağız. Ancak; Türkiye’nin ekonomik jeolojisine daha geniş ve çağdaş bir deyişle ekosistemine baktığımızda, çok özel bir durumla karşılaşırız.

İki coğrafi kıtadan oluşan Türkiye’de, üç ekolojik kıta vardır. Bu durum da ülkemizi ekolojik zenginliğin ölçütü olan ekolojik çeşitlilik açısından emsalsiz bir konuma yükseltmektedir. Türkiye’de Avrupa kıtasından daha çok bitki türü vardır. Bir ülke ekolojik zenginlik açısından bir kıtayı aşmaktadır. Bu ekolojik zenginlik karşısında ülkemizin gelişme stratejilerinin içinde ekolojik temelli bir yaklaşım maalesef şimdilik yoktur.

Tam tersine, yanlış toprak, miras ve imar hukuku yüzünden, yaklaşık 4 milyar yılda oluşan ve bir daha asla üretilemeyecek olan verim havzalarımız ve topraklarımız kaybedilmektedir.

Türkiye’nin hemen hemen her şehri, verimsiz kıraç yamaçlar hazine mülkiyetinde diye dururken, verimli topraklar üzerinde kurulmaktadır.

Oysa ülkelerin gelişme stratejilerinin temelinde, ormanlardan da önce, gerçekten canlı olan, canlı olduğu için doğuran toprakların korunması olmalıdır.

  1. Jeopolitikten Ekopolitiğe                                                                                       

     Bu bölümün son sözü olarak; Türkiye gelişme stratejilerinin temeline; “jeo” yer kavramlı yaklaşımlar yerine, “eko” kavramlı bir yaklaşım yerleştirmelidir.

İki boyutlu mekan yaklaşımları yerine çok boyutlu ekolojik yaklaşımlar esas alınmalıdır.

Jeopolitikten ekopolitiğe, jeokültürden ekokültüre, jeoekonomiden ekoekonomiye doğru hızlı bir sıçrama yapılmalıdır.

      II. Demografik Temelli Gelişme Stratejisi Bileşenleri

Nüfusun kantitatif ve kalitatif özelliklerine ilişkin unsurlar, gelişme stratejisinin çok temel bileşenlerinden ikisidir kuşkusuz.

İsa’nın doğduğu yılda dünyada 25-30 milyon insan olduğu iddia ediliyor. 1950 yılında dünya nüfusu 3 milyar, bugün 6,5 milyar. Yani 1950 yıldaki artışı, son 50 yılda becerdi dünya.

Bugün yılda yaklaşık 80 milyon kişi artıyor dünya veya her 3 dakikada bir 400 kişilik jumbo jeti dolduruyor.

Türkiye’nin durumu da aynı, 1950’de 30 milyon, 2000’de 70 milyon. Biz de 50 yılda ikiye katlandık. Nüfusta %3’lük bir artış bir yüzyılda 20 kat artışa neden oluyor. Bu Türkiye’nin 100 yıl sonra 1.400 milyon kişi olması demek. Hızla artan nüfusu beslemek, eğitmek, iş bulmak, ev bulmak gibi zorlamalar, ülkelerde “demografik yorgunluk” yaratıyor. Hızlı nüfus artışı, doğal sistemleri tahrip edecek, bu durum ekonomik çöküş getirecek, gıda, su ve sağlık talepleri karşılanamayacak gibi görünüyor.Daha şimdiden su talebi akü ferlerin sürdürülebilir arzını aşmakta aşırı su pompalanması ve taban suyu seviyelerini düşürmekte, bu da tarımsal verimi arttırmak mümkün olmadığına göre dünyada açlık kapıdadır.

HIV salgını destansı boyutlardadır. Afrika’nın güneyinde her üç kişiden biri HIV’den zarar görmüştür. Önümüzde 10 yılda Afrika’da yetişkinlerin beşte biri AIDS nedeniyle ölecektir. Salgın Hindistan’a sıçramıştır. 4 milyon Hintli HIV pozitiftir.                               Görülüyor ki, nüfusun artışını durdurmak dünyanın ortak stratejisidir. Bugün dünya zaten çok kalabalıktır. Türkiye’de nüfus artış hızını düşürmek ve Aile planlaması, kadın eğitimi gibi yollarla “ikide-yada en çok üçte duran- aileler” e ulaşmak zorundadır. Gelişme stratejimizin temel taşlarından birisi budur.

Diğer yandan nüfusun kalitatif gelişimi, Türkiye için çok özel bir dönem taşımaktadır. Eğitim sisteminin ezberden uzaklaştırılıp, toplumun öğrenen ve sorun çözebilen bir dokuya kavuşturulması gelişme stratejimizin belki de en temel unsurudur.

Ezberden uzaklaşıp, gerçek öğrenmeye ulaşmış ve sorun çözme kabiliyeti artmış bir bireysel ve toplumsal doku, Türkiye’nin gelişmesinin diğer stratejilerini de kolayca üretip uygulayacaktır.

      III.Ekonomik Temelli Gelişme Stratejisi Bileşenleri

Kanımızca Ekonomide üç acil hedef ve gelişme stratejisi olmalıdır.

  1. Liberal düzen kültür ve hukukunun oluşturulması
  2. Piyasa ekonomisi anlayışının kavram ve kurumlarıyla netleştirip yerleştirilmesi
  3. Bu iki temel üzerinde yani ve acil bir ekonomi politik oluşturulması

       1. Liberal düzen kültür ve hukukunu yerleştirmek

Liberal düzen;

  • Sosyal anlamda özgür, ekonomik anlamda girişimci, politik anlamda katılımcı bireylere
  • Sosyal dokuda; aktif sivil toplum kuruluşları, ekonomik dokuda; güçlü ve yaygın şirketler, politik dokuda; parti içi demokrasisi olan siyasi partiler gibi kurumlara
  • Ve nihayet; sosyal, ekonomik ve siyasi anlamda liberal bir devlete ihtiyaç duyar.

Liberal bireyiniz, liberal kurumlarınız ve liberal devletiniz yoksa, liberal düzeniniz de yoktur.

Varsa; liberal birey, liberal kurumlar ve liberal devlet bir beraber yaşama düzeni ve organizma oluştururlar. İşte bu liberal düzendir.

Türkiye’nin ekonomik anlamda temel gelişme stratejilerinden biri, liberal kültür ve hukuku oluşturmak olmalıdır.

Liberal kültür; herkesin ekonomik faaliyete katılmasına imkan veren, katma değeri öne alan üretim faaliyetlerini ve reel sektörü spekülasyona tercih eden bir kültürdür.

  1. Piyasa ekonomisi anlayışını kavram ve kurumlarıyla netleştirip yerleştirmek

 Bu konuyla ilgili aşağıdaki alt başlıkları dikkatlerinize sunuyorum

      a) Bugün; ülkemizde yaklaşık 20 yıllık kavramsal geçmişi olan piyasa ekonomisi, hala doğru anlaşılamamakta, faktör piyasaları birbirine karıştırılmakta ve piyasa hukuku netleştirilip düzenlenememektedir. Bunun sonucunda;

  • Bireyler, kuralsız ve spekülatif başarıları
  • Kurumlar ve aileler, tekelleşmeyi
  • Devlet, istediğini yapabileceği ortamı

Piyasa zannetmiş, bugünkü kaos ortaya çıkmıştır.

     b) Piyasa ekonomisi genel olarak; arz ve talep mekanizmalarıyla çalışan, büyüklüğü GSMH ile ölçülen bir sistem olarak anlaşılır.

     c) Faktör piyasaları; emek, sermaye, doğal kaynaklar ve müteşebbis gibi temel ekonomik faktörlerin üretilmelerini sağlayan piyasalardır. Ürün piyasaları ise; ara malı nihai mal üreten faktör piyasalarının sunduğu faktörleri kullanan piyasalardır. Ürün piyasaları kurallı rekabetle çalışırlar. Eğer faktör piyasalarını iyi düzenleyemezseniz ürün piyasaları işlemez. Faktör piyasaları; ulusal fiyat rekabetini değil, uluslar arası fiyat ve kaliteyi baz alırlar. Bu piyasalar kamusal nitelik taşır. O yüzden bütün ulusal ekonomiler, ekonomilerinin alın tahtasına; “Faktör fiyatları minimizasyonu faktör kaliteleri maksimizasyonu

Temel hedef olarak yazarlar ve faktör piyasalarını düzenlerler.Çünkü eğer bir piyasanın ucuz ve kaliteli faktörleri yoksa, ucuz ve kaliteli ürünleri olmaz. Ekonomilerin uluslar arası rekabet gücü oluşamaz. Faktörlerde maliyet ve fiyat minimizasyonu ve kalite, klasik nihai ürün piyasalarındaki rekabetle sağlanmaz. Uzun vadeli milli programlarla ve stratejilerle sağlanır.

Örneğin; emek piyasası rekabetle değil, temel kültür, milli eğitim, istihdam stratejileri ve insani hukukla oluşur ve öyle çalışır. Klasik rekabetle kaliteli ve verimli emeğe ulaşılamaz.Yine sermaye faktörünün oluştuğu mali piyasalara, öz kaynak ve kredi piyasalarına dönüp baktığımızda aynı gerçekleri görürüz. Mali piyasalardaki borç verebilir fonları kamusal faktör saymayanlar, onu ürün zannedenler, rekabete kuralsız faiz belirlemeye çalışırlar. Ama hiçbir ülke piyasası, rekabetle faiz belirlemez.

Bugün, piyasa kavramları oturmuş ekonomilerde rekabet faiz belirlenmiyor. Avrupa Birliği Merkez Bankası da, FED de faizi belirliyor – özellikle kısa vadeli faizleri – arz edici bankalara ve talep edicilere yol gösteriyor.

     d) Ülkenin ekonomik veri tabanı yanlış oluşturulmakta, GSMH yanlış hesaplanmakta, giderek parasal taban, likidite ve emisyon yanlış hesap edilmektedir.

     e) Yanlış ekonomik serilerle karar alınmakta, temel gösterge faktör fiyatları enflasyonu ihmal edilip, TEFE TÜFE ile uğraşılmaktadır.

     f) Yukarıda denildiği gibi, bir ülkenin gözetmesi gereken en önemli husus mal ve hizmet üretimini öne almak diğer bir deyişle ürün piyasasını işletmek ve bunun alt yapısını oluşturmak faktör piyasalarını mutlaka düzenlemektir.                                             Bugün ülkemizde faktör piyasalarında manzara şudur:                                                                    -Emek piyasası; hukukuyla, arzıyla, talebiyle bozulmuş; karmaşık, verimsiz, kullanışsız ve pahalı bir emek ortamı doğurmuştur. Ücretin üzerinde %65 kısa vadeleriyle arz edilmektedir. Sermaye faktörünün karşılığı faiz, dünyanın dört katı seviyelerindedir.                                                                                                                                                   Dünyanın en pahalı ve verimsiz toprak kullanım sistemine sahibiz. Birim dairede %50  toprak payıyla kentsel toprak, tek yıllık tohumlar ve verimsizleştirilen gübre politikalarıyla tarımsal topraklar ekonomi dışına itilmiştir. Tarımsal verim havzaları kentsel yerleşmeyle mahvedilmiştir.                                                                                                         -Müteşebbisimiz, üretim yerine kısa vadeli spekülasyona yönelmiş, misyonu kaybetmiş, ülkesine güvenemez hale gelmiştir.                                                                                   -Dünyanın en pahalı enerjisi, haberleşmesi ile karşı karşıyayız.                                           

    g) Üretim faktörlerinin kalitelerini dünya seviyelerine çıkaracak, çok yükselmiş olan faktör fiyatlarını dünya ortalamalarına indirecek ekonomik tedbirleri ele alıp uygulamazsak, Türkiye üretim yapamaz. Yaparsa, içeride maliyet enflasyonundan, baskı altına alınsa da birikmiş devalüasyondan kurtulamaz.

      3. Görülüyor ki; Türkiye’nin ekonomide belirli hedefleri ve gelişim stratejileri yoktur.

Kısaca, Türkiye’nin ekonomi politiği yoktur. Yeni ve acil bir ekonomi politiğin temel ilkeleri şu şekilde olmalıdır.

  • Piyasa ekonomisi net bir şekilde tanımlanmalıdır.
  • Ekonomik veri tabanı yeniden ve doğru oluşturulmalıdır.
  • Faktör fiyatlarını minimize, faktör kalitelerini maksimize edilmeye yönelmelidir.
  • Realist bir ürün piyasası düzenlenmesi için de, mal ve hizmet üretimi spekülasyondan karlı hale getirilmelidir.
  • Mali sektöre amaç değil, araç vasfı kazandırılmalıdır.
  • Piyasa ekonomisi ile kamu ekonomisi, birbiriyle barışık ama iki ayrı unsur olarak ele alınmalıdır.                                                                                                                                   

      IV. Orta Vadede Ekolojik ve Eko-Ekonomik Gelişme Stratejisi

Son yüzyılın ikinci yarısında dünya ekonomisi yedi kat büyüdü. Uluslar arası ticaret hızla arttı. Ancak ne yazık, ki bu rekor ekonomik büyümenin bedeli, ekonominin dünyanın doğal sermayesini tüketmesi oldu. Bu ekonomik büyümenin sürdürülebilmesi için, ekonominin doğal destek sistemleriyle çatışmaması gerekiyor.

Oysa 21.yy başlarken doğal destek sistemleri çöküyor, doğal sermaye tükeniyor.

  • Dünya tarım alanlarının 1/3’ü üst toprağını kaybediyor.
  • Mera alanlarının %50’si aşırı otlatma nedeniyle çöle dönüşüyor.
  • Ormanlar tarım başladığından beri %50 azaldı.
  • Okyanus balık yataklarının 2/3’ü aşırı avlanmayla karşı karşıya.
  • Önemli tarım alanlarında, yer altı sularının aşırı pompalanması ve su seviyesinin düşmesi nedeniyle tarımsal veri düşüyor.
  • Fosil yakıtlar CO2 CO2 küresel ısınma, ısınma iklim değişiklikleri getiriyor, biyolojik çeşitlilik azalıyor.

Bu gidişle, küresel ısınma nedeniyle insanlık genişleyen çöllerle, yükselen denizler arasında sıkışıp kalacak.

Görülüyor ki mevcut ekonomik model sürdürülebilir değildir. Neslimizi bekleyen zor görev, ekolojisinin ilkelerini gözeten eko-ekonomiyi oluşturmaktadır.

Dahle diyor ki; “Sosyalizm, fiyatların ekonomik gerçekleri söylemesine izin vermediği için battı. Kapitalizm ise, fiyatların ekolojik gerçekleri söylemesine izin vermediği için batabilir.”

  • Fosil yakıta dayalı otomobil merkezli israf ekonomisi, dünya için geçerli bir model değildir. Alternatifi doğalgaz ara dönemi sonunda, rüzgar/güneş/hidrojen ekonomisine geçiştir.
  • Madde kullanımında; ormandan veya madenden gelen maddelerin çöpe gittiği çizgisel ekonomik modelden, “kullan geri dönüştür” medeline geçilmelidir.
  • Gıda sektöründe ise; doğal yapıyı daha iyi yöneterek, su verimliliğini artırmak, toprağı ve üst toprağı korumak biçiminde olmalıdırç
  • Eko-ekonomide havadaki CO2 miktarı sabit olacak, küresel ısınma şehirler, raylı sistemli insan merkezli şehirlere dönüşecektir.
  • Tarım devrimi dünyanın yüzeyini değiştirdi. Endüstri devri dünya atmosferini değiştirdi. Ufuktaki ekolojik devrim de insanın kafa yapısını değiştirecek, insanlar varlık ve ortam bilincine sahip olacak ekolojik dünya görüşü ve yaşam biçimine ulaşacaktır.      

Kanımızca, nüfus artışının ve küresel kirlenme ve ısınmanın zorunlu hale getirdiği eko-ekonomiye ve ekolojik topluma herkesten önce bireyi ve toplumu hazırlayacak bir gelişme stratejisi ülkemizin orta vadeli temel gelişme stratejisi olmalıdır. Ekolojik temelli toplumsal ve ekonomik gelişme stratejilerinde ön almak, bu virajda dünya ülkelerini sollamak ve merkez ülke olmak anlamına da gelmektedir.

BENİ BIRAKMA

BENİ BIRAKMA

Uyuyorum sana,

Uyanıyorum sana

Her anım sana…

Ama olmuyor böyle

Ayıp oluyor zamana..

Çiçekler açıyor sana

Karlar yağıyor sana

Baharlar sana,

Kışlar sana..

Tüm mevsimler

Ama olmuyor böyle

Ayıp oluyor zamana

Hep böyle yapacaksan eğer

Her zaman ‘’sen’’ olacaksan eğer

Hep zaman ‘’sen’’ olacaksan eğer,

Bilesinki

Zaman beni terkeder..

İşte o zaman,

Zamansız kaldığım zaman

Sadece sana kaldığım zaman

Beni bırakma

DERTLERİM AZGIN BU ARALAR

DERTLERİM AZGIN BU ARALAR

Dertlerim azgın bu aralar,

Sanki her gece

Sevişip çoğalıyorlar…

Sonra iş çıkışı dolmuş gibi

Ikış tıkış doluşup uykuma

Beni uykudan

Dışarı atıyorlar…

Bu yüzden

Uyuyamaz oldum bu aralar

Uyumaz gezer oldum

Elimde ışıksız fener

Azgın dertlerime çare arıyorum..

Ama zifiri karanlık her yer

Hiçbir çareyi göremiyorum

Yada, bıkmış benden çareler,

Kaçıp gitmişler

Bulamıyorum..

 

İşte böyle bu aralar,

Dertler azgın, çareler kaçak

Azgın dertler doluşmuş uykuma,

Kıvrılıp uyuyacak bir yer bile..

Bırakmamışlar bana…

Çare yok, çare yok

Çareler kaçak

Yine bu gece de

Ayakta sabah olacak..

ÇÜNKÜ YAŞAM BİR BÜTÜN ÇÜNKÜ YAŞAM BİR DÖNGÜ

ÇÜNKÜ YAŞAM BİR BÜTÜN

ÇÜNKÜ YAŞAM BİR DÖNGÜ

Herkes güzel peşinde

Çirkinin seveni yok

Herkes almış doğruyu

Eğrinin soranı yok..

 

Çirkini görmemişsen

Tanımazsın güzeli

Eğriyi düzeltmezsen

Bulamazsın doğruyu

 

Müziğin seveni çok

Gürültü ortada kalmış

Sevinçler kapılmış

Dertler çekene kalmış

 

Gürültüyü düzenle

Müzik gelir ardından

Dertlerini okşa bak

Sevinç çıkar içinden

 

Çükü yaşam bir bütün

Güzel çirkin iç içe

Çünkü yaşam bir döngü

Sevinç dertle peşpeşe…

DEMETE DOĞRU KOŞARIM

DEMETE DOĞRU KOŞARIM

Altmışlı yıllarda, Zongudakta

Kolej bir tepede, Çelikel diğerinde

Arası, iki bini merdiven ve

İnişli çıkışlı beş kilometre

 

Altmışlı yıllarda, yaşım on beşlerde,

Çelikelde, lisede,

Saat üçü on geçe, son ders bittiğinde,

Merdivenleri üçer beşer atlayarak

Ve heyecandan çatlayarak

Tam beş kilometre

Kolej durağına kadar koşardım

Kolejli Demete koşardım.

 

Çünkü vakit dardı,

Çünkü tam on beş kırk beşte

Demetin servisi,

Işıkverene kalkardı

Servisi kalkmadan önce

Yetişebilmek için Demete

Karda, kışta, güneşte

Her gün daha hızlı koşarak

Rekorlar kırardım kendimce

 

Demet öyle yer etmiş ki bende,

Bugün hala her gün

Saat üçü on geçe

Bir koşu başlar içimde..

Zamanın merdivenlerini

Geriye doğru atlayarak

Ve hala, aynı heyecanı yaşayarak

Demete doğru koşarım

Demete doğru koşarım..

BİR GELECEK YAKLAŞIMI

Yaşamı boyunca Dr. Cemil Çakmaklı’nın değerli ve özellikli kişilerle kalıcı dostlukları oluşmuştur.

Bu dostlardan birisi de Şeref Özgencil’dir. Şeref Özgencil; akademik ve bilimsel yayınlar yapan ve toplantılar düzenleyen değerli bir iktisatlıdır.

Cemil Çakmaklı uzun yıllar Şeref Özgencil’in FİNANS DÜNYASI dergisinde yazılar yazmış ve onun düzenlediği bilimsel platformlarda tebliğler sunmuştur.

“Bir Gelecek Yaklaşımı” başlıklı tebliğ; 24 Nisan 2008’de Şeref Özgencil’in düzenlediği Forum İstanbul’da ünlü futurist Neil Jacobsohn’un da katıldığı bir oturumda sunulmuştur.

Bu tebliğ; “Ekolojik Gözlüklü Bir Türk Futurist: Cemil Çakmaklı” nitelemeleri ile yankı bulmuştur.

Bu tebliğde; gerçekten de ekolojik gözlüklü gelecek yorumu yapılmaya çalışılmaktadır.

 devre

BİR GELECEK YAKLAŞIMI

I. GELECEĞİN GEÇMİŞİ

Geçmişte gelecekten haberleri falcılar verirlerdi.

Falcıların peşinden kimler gitmedi ki. . . İmparatorlar, krallar, evde kalmışlar, dullar. . .

Bugün bile; çeşitli fallar ve kehanetlerle gelecekten haber almayı uman insanlar azımsanamayacak sayıdadır. En ünlü kahinler; Antik Çağların Delphisi ile, Yani Çağların (1503-1566) Nostradamus’udur.

Nostradamus; çağının bilimleriyle, matematik ve astronomiyle ilgilenmiş bir tıp doktorudur. Kehanetlerini su dolu bir kaba bakarak ve astrolojik hesaplar kullanarak yapmıştır. Kitapları Prognostications (Kehanetler) ve Centuries (Yüz Dize) bugün bile ilgi çekmektedir. 62 yaşındayken ve 141. Kehanetinde belirttiği biçimde ölmüştür.

Geçmişten bugüne bütün insanlar geleceği merak etmişler ve gelecekle ilgilenmişlerdir. Onlar kürelere ya da yıldızlara bakarak çalışırlardı. Geleceğin çoktan belirlenmiş olduğuna inanırlar, geleceğini merak edenlere, o geleceği bulup çıkarıp sunarlardı.

Gelecekle uğraşan bir diğer grup bilim-kurgucu yazarlardı. Bunların en bilineni hepimizin Jules Verne’sidir. 1828-1905 yılları arasında yaşayan Jules Verne, dedelerimizin babalarımıza, babalarımızın bize okuduğu “Balonla Beş Hafta, Dünyanın Merkezine Seyahat, Denizaltında 20,000 Fersah” gibi şaheserleri yazmıştır. Hayal gücü ve öngörüsüyle geleceği müthiş bir kesinlikle görmüş, ölümünden yaklaşık 50 yıl sonra, sözünü ettiği makinelerin çoğu yapılmıştır. Hayal makinelerin isimleri gerçeklerine verilmiştir. İlk nükleer denizaltıya “NAUTILIUS” adının verilmesi gibi.

II. BUGÜNÜN GELECEK ALGILARI

 Bugün de, hepimizin bir gelecek algısı var.

  • Kimimizde gelecek; “çevre kirliliği, küresel ısınma, bozulan doğal denge, açlık, sefalet, savaş” demek.
  • Kimimizde gelecek; düşünen bilgisayarlar, karada, denizde, havada kullanılan kişisel araç, üç boyutlu faks, hastalığa son; hatta ölüme son demek.
  • Kimimizin gelecek algıları inançlarına göre şekillenmiştir. Onlara göre gelecek zaten bellidir. Kaderimiz biz doğmadan yazılmıştır. Hiçbir şeyini değiştiremeyeceğimiz gelecek için endişe etmeye gerek yoktur. Olacak olan, olacaktır.

Görüldüğü gibi gelecek; falcıların, bilim-kurgucuların, dincilerin, bilimcilerin oyun alanıdır. Ancak bugün; bilimciler gelecek algılarını “Gelecek Bilimi” adı altında bilimselleştirmişlerdir.

Şimdi gelin biraz bu konuyu kurcalayalım.

III. GELECEK BİLİMİ

 Falcılardan, bilim-kurguculardan, dincilerden farklı olarak modern bilimden yana olanlar “geleceği” bilimsel bir konu haline getirdiler ve gelecek bilimini (futurology) tanıma ve metodolojiye kavuşturdular ve onu akademik bir disiplin haline getirdiler.

 Gelecek Bilimi; eldeki verilerden yola çıkarak, insanların geleceği hakkında neler bilebileceğimizi ve bu bilgileri arzulanan geleceklere ulaşmak için nasıl kullanacağımızı keşfetmeye çalışan bir disiplindir.

Abartılı bir deyişle; GELECEK BİLİMİ HAYATTAKİ BELİRSİZLİĞİ YÖNETEREK GELECEĞİN TARİHİNİ YAZMAKTIR.

Bu temel tanımlamalardan; Gelecek Biliminin temel özelliklerine geçebiliriz.

IV. GELECEK BİLİMİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ VE VARSAYIMLARI

  • Gelecek Önceden Belirlenmiş Değildir.

 Gelecek bilimi; “ne olacaksa zaten olacak”, “kaderin önüne geçilmez” diye olaylara yaklaşmaz. Bu yönüyle dogmalardan ayrılır.

  • Ancak, Geleceğe İlişkin Öngörü Doğal Bir Sistemdir.

 Bakterilerden başlayarak, bütün organizmalar genlerinde bir “öngörü kodu” taşırlar. Bunlar öğrenilmiş ve kodlanmıştır. Bu öngörü kodu, organizmayı tuzaklardan korur, fırsatlara ulaşmasını sağlar.

Kuzey Amerika kelebeği kavuniçi ve siyah renkli, çok cazip, çok göze çarpıcı bir kelebektir. Kuşlar için çok körpe bir avdır. Fakat, kuşlar ona hiç yaklaşamazlar. Çünkü, bu kelebek, çok iğrenç bir tadı olan, zehirli monark kelebeğinin kanat desenini geliştirmiştir. Yavru kuşlar bile ondan uzak durmayı doğuştan öğrenmişlerdir. Çünkü kelebeğin DNA’sında, kuşların tehdidinin var olduğu, monarkın varolduğu, kuşların monarka yaklaşamadığı bir öngörü koduyla kayıtlıdır.

  • Gelecek Tasarlanabilir ve Etkilenebilir.

Geleceğin olayları; hala olmakta olan olaylara ve insanların seçimlerine bağlı olarak açık uçludur. Gelecek henüz gerçekleşmediğine göre onu tasarlayabilir ve etkileyip değiştirebiliriz.

  • Gelecek, Dün ve Bugünle Birlikte Birlikte Tek Bir Zaman Parçasıdır. Yaşamın İçindedir ve Yaşam Döngüsüne Dahildir.

Bilimin bugünkü aşaması; “yaşamı”;

  • Bir döngü içinde akışan
  • Sürekli değişen
  • Birbirini karşılıklı etkileyen
  • Zamanda ve mekanda değişik düzeyde örgütlenebilen
  • Yüksek karmaşıklıkta
  • Geri bildirimsel özellikte

sonsuz sayıda bileşenden oluşan bir döngü olarak tanımlanmaktadır.

Bu yüzden gelecek de yaşam gibi yüksek karmaşıklıkta, döngüsel, geri bildirimsel ve kendi kendini değiştiren ve örgütleyen bir yaşam sistemidir.

Yaşam sistemi ise tek bir döngüdür. Bu yüzden, yaşamda zaman parçalarından söz etmek mümkün değildir. Evren tek bir zaman boyutundan ibarettir. Zaman da olgusal bir gerçeklik değildir. Dün, bugün, yarın gibi zamansal kavramlar daha sonra değineceğimiz, lineer-çizgisel düşünce sisteminin parçaları ve sembolik ürünleridir.

  • Gelecek Yaşama İlişkin Bir Tahmindir ve Yaşamın Geçmişi de Henüz Bir Tahmindir.

Yerkürenin 4,5 Milyar yıl önce; mikro kozmosun ilk bakteri hücrelerinin 3,5 milyar yıl önce, makro kozmosun yani görünür yaşam biçimlerinden hayvanların 700 milyon yıl, ilk bitkilerin 500 milyon yıl, çiçekli bitkilerin 200 milyon yıl, ilk yetenekli insan Homo Hobilisin 2 milyon yıl önce ortaya çıktığı ve yukarı verildiği gibi yaşamın bakterilerle birlikte 3,5 milyar yıl önce başladığı tahmin ediliyor.

Yaşamın kökenini sırasıyla

  • Darwin gibi evrim teorisyenleri;
  • Mendel ve Bateson gibi genetikçiler,
  • Stuart Kaufmann gibi genomcular
  • Humberto Mataruna ve Francisco Verala gibi “birlikte evrimciler” hep tartışmışlardır.

Ama yaşamın geçmişi ve kökeni artık gerçeğe daha yakın ama “hala tahmin düzeyindedir.

  • Gelecek; Geçmişin Düşünce Düzeyiyle Davranamaz.

Esasen; yaşamın evrimi ile düşünce evrimi karşılıklı birbirini etkileyerek birlikte oluşmuşlardır. Yaşam ve düşünce aslında tek gerçekliktir.

Bilimin bir yaşam açıklama seviyesinden başka bir yaşam açıklama seviyesine sıçrayabilmesi için öncelikle bulunulan düşünce düzeyinden daha üst bir düzeye sıçranılması gerekmektedir. Einstein de “Bir sorun oluştuğu zamanın düşünce düzeyiyle çözülemez” der.

Yaşama ilişkin soruların cevaplanabilmesi için de hep düşünce düzeyi sıçramalarına ihtiyaç olmuştur. Bu yüzden aşağıda düşüncenin evrimi ve safhaları açıklanmaya ve gelecekle ilişkilendirilmeye çalışılmıştır.

V. GELECEK VE DÜŞÜNCE

Düşünce; insanın yaşam mücadelesi süresinde evrildi. Nasıl insan organizması, karada yer değiştirirken bacaklarını; nesnelerce yansıtılan ışınları süzebilmek için gözlerini evrilerek kazanmışsa, düşünce de gökten inmedi.

İnsan organizması evrilirken düşünce de onunla birlikte evrildi. Algılar kavramları, kavramlar dili, dil hafızayı, hafıza akıl yürütmeyi ve bunların hepsi birden ve bir çevrim içinde kendi kendini örgütleyen, değiştiren ve yöneten düşünce sistemini Homo Habilis’ten bu yana 2 milyon yıllık bir evrim sürecinde oluşturdu.

Düşüncenin primitif hallerini ihmal edersek, bilimsel düşünce evreleri aşağıdaki gibidir.

Düşüncenin ilk evresi “lineer- çizgisel” düşüncedir. Bir evre düşünün; sorunu çevreleyen tüm koşulları ve etmenleri etraflıca araştırmadan, çözüme etkili olabilecek tüm bilgileri hesaba katmadan sonuç çıkarmaya çalışan bir düşünce yapısı hakim. Bu evrede; her sonuç tek sebebe bağlanır. Biz buna ”evet-hayır” evresi de diyoruz. Oysa doğada ve onun simülasyonu olan toplumda karşılaştığımız tüm olgular lineer değildir. Her şey bu basitlikte izah edilemez.

Düşüncenin ikinci evresi; her şeyi parça parça ele alan, dünyayı parçaların birleşmesinin bütünü olarak ele alan “Kartezyen” düşünce evresidir. Buradaki düşünce sistemi; çözümlemeleri indirgeyerek yapar, doğrularını bir yüzeye yerleştirmiştir. Yüzey geometri, yani Kartezyen geometri bu evrenin geometrisidir. Felsefede Descartes, fizikte Newton bu düşünce sistemiyle ürün vermiş bilim adamlarıdır. Bu düşünce sisteminin teknolojisi ile uçaklar, otomobiller ve parçaların birleştirilmesiyle üretilen diğer tüm mekanik sistemler oluşturulmuştur. Bu yüzden bu evreye “mekanik düşünce” evresi de denilebiliyor.

Bu düşünce evresinin dayandığı temel değerler ve oluşturduğu paradigmalar; rekabet, niceliklere önem verme ve çizgisel hiyerarşidir.

Düşüncenin üçüncü ve bugün yaygınlaşmaya başlayan evresi ise “holistik – bütüncül” düşünce evresidir. Bu evrede parçalar yoktur, bütün vardır… Çizgi yoktur, “ağ” vardır. Ve her şey birbirine bağlıdır. Bu düşünce sisteminde; hiçbir sonucun tek bir sebebi yoktur. Bu evrenin geometrisi uzaysaldır. Temel değerleri ise (Kartezyen düşünceyle kıyasla) rekabet yerine işbirliği, nicelik yerine nitelik, hiyerarşik egemenlik yerine ağsal ortaklıktır. Lineer ve Kartezyen düşünce sistemi eski ekonominin düşünce yapısı iken, holistik düşünce sistemi, ekolojik ekonominin düşünce yapısıdır.

Bizi geleceğe taşıyacak olan; geleceği kavramamızı ve tasarlamamızı sağlayacak olan düşünce evresi işte bu üçüncü evredir. Bu holistik düşünce evresine sıçramazsak bireysel ve toplumsal olarak geleceğe sağlıklı uzanmamız mümkün olmayacaktır.

Çünkü Kartezyen ve mekanik düşünce sisteminin geçmişte kalan doğal ve sosyal yaşamı zedeleyen paradigmaları artık terk edilmek zorundadır. Dünyanın doğal ve sosyal yaşamı bu paradigma yanlışlarıyla kendini sürdürememektedir.

Kartezyen sistemin yanlış teknolojilerine dayalı ekonomik üretim ve tüketim süreçleri ile dünyanın doğal sistemi barışık değildir. Dünyanın ne havası, ne suyu,  ne de toprağı artık bu yanlış ekonomik sistemi taşıyamamaktadır. Bu düzen sürdürülebilir değildir.

Yine kartezyen sistemin kendine dönük ve sadece niceliklerle uğraşan, niteliği ve ötekini unutmuş bireyi; dünyada başta gelir bölüşümü olmak üzere sağlık bölüşümünü, eğitim bölüşümünü ve besin bölüşümünü alt üst etmiştir. Bu birey, katlanılabilir, bu düzen de sürdürülebilir değildir.

Bütün bu katlanılamazlıklar ve sürdürülemezlikler nedeniyle; kartezyen paradigmalar yerine holistik düşünce değerleri konulmalıdır.

Yani,

  • Rekabet yerine işbirliğini,
  • Nicelik yerine niteliği,
  • Hiyerarşi yerine ağsal ortaklığı,
  • Eski ekonomi yerine ekolojik ekonomiyi

öne alan yeni bir holistik gelecek tasarlanmalıdır.

VI. HOLİSTİK GELECEKTEN 10 DERS

Holistik geleceği aşağıdaki yaklaşımlarla etkileyerek oluşturabilir ya da oluştukça ondan aşağıdaki dersleri çıkarabiliriz.

1 – Kartezyen değil, holistik düşünün; parçalara değil, döngülere önem verin

Çünkü, artık parçacı Kartezyen düşünce ile ne doğal ne de sosyal ekosistemlerle bağ kurulamaz, ilişki sürdürülemez. Artık, mucize kavram “döngü”dür. Evrensel ifadesiyle “CYCLE”dır. Dünyanın sırrı, bu döngüdedir. Çünkü, gerçek bütüncüldür, döngüseldir, tek sebepten oluşmamıştır, bunları bilin, sonuçları tek sebeple izah eden hiçbir kimseye inanmayın.

  2 – Ezberlemeyin öğrenin

Öğrendiklerinizle sorun çözün, sorun çözdükçe öğreneceksiniz.

Böylece bir öğrenme döngünüz oluşacak. Zorlamadan sürekli öğreneceksiniz.

  3 – İstikrar ölüdür, onu aramayın, kaosta yaşamayı öğrenin

Kartezyen system istikrara, diger deyişle dengeye ulaşmaya çalışır. Oysa denge ölüdür. Holistik sistemin kaosu dinamiktir ve rasgele gözüken olayların birbirine bağlılığını gözetir. Yaşam kaosun eşiğinde, sonsuz çeşitlilikte ve sürekli bir değişim döngüsü içinde sürüp gitmektir. Çeşitlilikten korkmayın, unutmayın ki; “mükemmellik çeşitliliğin en yüksek düzeydeki optimizasyonudur.” Bu gerçekler ortada iken olmayan istikrarı aramak boşunadır.

  4 – Rekabetin yanı sıra işbirliğini öğrenin

Kartezyen düşünce sadece insanları birbirinden koparan rekabeti yüceltmiş, ama doğadaki çoğalmanın ve verimliliğin temeli olan işbirliğini yok saymıştır. Bireyin kendini ifade ve ispat ettiği rekabetin yanına sinerjiyi doğuran işbirliğini birey ve toplum geleceğinin ortasına yerleştirmelidir.

5 – Liderliği unutun, ağsal ortaklığı öğrenin

Yaşamın temel sisteminin ağsal ortalıklar olduğu açık seçik ortada iken, bireyi bu ağın dışında sakat bir konuma iten liderlik paradigması eşitler arası işbirliği kimliği ile yer değiştirmelidir.

6 – Nicelikler kadar niteliğe önem verin

Kartezyen düşüncenin mekanik insanı kendini sayısal mülkiyete hapsetmiş, yaşam ortaklarıyla duygusal bağlarını koparmıştır. O artık sadece bir tüketim aygıtıdır. Lugatındaki en önemli kelime ‘maksimum’dur. İsraf onun hayat arkadaşıdır. İşte bu insan tipi doğal ve sosyal hayatın zararlısıdır. Bu zararlı tip, nicelikten niteliğe doğru değişirse, kendisi, çevresi ve tüm ekosistem sürdürülebilirliğe destek olan bir ortak kazanacaktır.

  7 – Maksimalizmi bırakın ve paylaşın. . .

Bugün dünyanın zengin ülkelerinde yaşayan insanlar dünya nüfusunun yüzde 20’sini oluşturmakla ve dünya gelirinin yüzde 85’ini almaktadırlar. Dünya nüfusunun yüzde 80’i ise dünya gelirinin geri kalan yüzde 15’ini paylaşıyor. Bu haksızlık, bir doğal hak edilmişlik değil, yetenekle yeteneksizlik, çalışkanlıkla tembellik arasındaki fark değil, tamamen global spekülasyonların ve legalize edilmiş soygunların doğurduğu bir farktır. Siz de bu haksızlığın bir parçası olmayın, adil olun, paylaşın.

Unutmayın ki, “paylaşılan ekmek büyür.”

8 – Demografik sorumluluğunuzu unutmayın, ikiyi aşmayın

İsa’nın doğduğu yılda dünya nüfusunun 30 milyon olduğu tahmin ediliyor. Bundan 50 yıl önce, yani İsa’dan 1950 yıl sonra dünyanın nüfusu 3 milyardı. Bugün dünyanın nüfusu 6,5 miyar. Yani, dünyanın nüfusu son 50 yılda geçmişin 1950 yılına eşit sayıda arttı. Diğer bir deyişle, son 50 yılda ikiye katlandı. Şu günlerde her iki dakikada bir doğum, her dört dakikada bir ölüm oluyor. Böyle giderse önümüzdeki 50 yılda dünya nüfusu tekrar ikiye katlanacak. Çok açık ki, bu dünya bu nüfusu taşımayacak. Onun için herkes ancak kendi yerine 1 kişiyi dünyaya getirme hakkına sahiptir. Her aile iki çocuğu aşmamalıdır. Böylece dünya nüfusu bugünkü noktada sabitlenir.

9 – Ekolojik okur, yazar ve ‘yapar’ olun, ekolojik teknolojiler ve ürünler kullanın; organik beslenin

Geçmişin kartezyen kültürü, doğası gereği karşıtlıkları besleyerek, insanları bazen kollektivist-kapitalist, bazen siyah-beyaz veya başka parçalara ayırdı. Bugünün holistik düşüncesi, insanları parçalara ayırmadan, bütüncül bir yaklaşımla, doğa ile insan ve insan ile insan arasındaki ilişkileri ekolojik bir temele oturtmaya çalışıyor.

Siz de ekolojist olun, muhtaç olduğumuz doğal ve sosyal dünya sürdürülebilirliğini destekleyin. Sadece ekolojik okur yazarlıkla ekolojik bilince ulaşmakla kalmayın ekolojik yaşayın ve yaptıklarınızı ekolojik kurallara uygun yapın.

Bugün yaşamımıza, insanlık tarihinin sadece 150 yılında ortaya çıkan kartezyen teknolojiler hakimdir. Bunların çoğu, özellikle enerji, ulaşım ve gıda teknolojileri tüm ekolojik sistemi, dolayısıyla da dünyayı tehdit etmektedir. Bu teknolojik tehdit, ortadan kaldırılmalı, zararlı teknolojiler ve onlardan üreyen inorganik ürünler terk edilmelidir.

Özellikle tohumdan toprağa, topraktan sofraya, beslenme sistemimizi işgal etmiş olan zararlı teknolojiler ve onların ürünleriyle mücadele edin. Zararlı kimyevi gübrelerle, zirai mücadele ilaçları ile, raf ömrünü uzatan ama sizin ömrünüzü kısaltan muhafaza edici kimyasallarla mücadele edin, onlardan uzak durun.

10 – Eski ekonomiden, ekolojik ekonomiye geçişi benimseyin.

Bugünkü ekonomik düzen, dünyanın doğal sistemleriyle çatışma halindedir. Ormanlar azalmakta, balık yatakları yok olmakta, meralar bozulmakta, topraklar tahrip olmakta, taban suyu seviyeleri azalmakta, atmosferde karbondioksit düzeyi yükselmekte ve bu sera etkisiyle küresel ısınmayı doğurmaktadır. Bütün bu sonuçlar, doğanın ekonomiye verebileceği doğal verimin ötesindeki ekonomik kullanımlardan doğmaktadır.

Bugünlerde, açık ve kıtlık nedeniyle ortaya çıkan savaşlar herkese sondan bir evvelki uyarılardır. Ekonomi dünyanın doğal sermayesini, dünyanın verebileceğinden daha fazla zorlarsa, ekonomik destek sistemleri çökecek, bu Kartezyen ekonomi kendi kendini yok edecektir.

Aşağıdaki verilere dikkatle bakalım:

  • Dünyanın tarım alanlarının üçte biri üst toprağını kaybediyor.
  • Dünya mera alanlarının yüzde 50’si aşırı otlatma nedeniyle çöle dönüşüyor.
  • Ormanlar tarım başladığından beri yüzde 50 azaldı.
  • Okyanus balık yataklarının üçte ikisi kapasitesinin üzerinde avlanmayla karşı karşıya. Balık stoklarının %47’si tamamen tüketildi.
  • Dünyada su kaynakları hızla kirleniyor, aküferler tükeniyor, yaşamın temel girdisi olan su yok ediliyor.

Görülüyor ki, ekonomi ekolojiyi hiç dikkate almıyor. Norveçli Oystein Dahle’nin dediği gibi; “Sosyalizm, fiyatların ekonomik gerçekleri söylemesine izin vermediği için çökmüştür. Kapitalizm ise, fiyatların ekolojik gerçekleri söylemesine izin vermediği için çökebilir.”

Bu çöküntüye meydan vermeden eski ekonomiden ekolojik ekonomiye geçişi planlamak gerekiyor.

VII. EKOLOJİK EKONOMİ İÇİN ÖĞÜTLER

Dünya zorunlu olarak bugünkü eski (kaka) ekonomiyi terk edecek. Ekolojik (cici) ekonomiye geçecek. Siz şimdiden pozisyonunuzu alın. Aşağıdaki tavsiyelere uyun.

  • Aşağıdaki işlerle ilgilenin:

Balık Çiftçiliği: Geçtiğimiz yıllardaki iki haneli rakamlarla gerçekleşen büyüme oranlarında bir yavaşlama beklenmekle beraber, hızlı yayılma devam edecektir.

Bisiklet İmalatı: Bisiklet çevreyi kirletmediğinden, sessiz olduğundan, küçük park alanları gerektirdiğinden ve egzersiz imkanı sunduğundan, giderek yaygınlaşacaktır.

Rüzgar Çiftliği: Deniz üstü rüzgar çiftlikleri de dahil olmak üzere inşası rüzgardan elektrik elde edilmesi, önümüzdeki yıllarda da rüzgar dünyanın elektriğinin önemli bölümünü tedarik eder noktaya gelinceye kadar devam edecek.

Rüzgar Türbini: Günümüzde kullanılabilir rüzgar türbinlerinin sayısı İmalatı binlerle ölçülmektedir, oysa çok yakında büyük bir imalat fırsatı yaratarak milyonlarla ölçülecek konuma gelecektir.

Hidrojen Üretimi: Karbona dayalı ekonomiden hidrojene dayalı ekonomiye geçiş gerçekleştikçe, hidrojen kömür ve petrolün yerini alacağından hidrojen üretimi büyük bir endüstri olacaktır.

Yakıt Hücresi: Yakıt hücreleri, otomobillerde yanma motorlarının yerini aldıkça ve binalarda güç üretmeye başladıkça büyük bir Pazar gelişecektir.

Güneş Paneli: Kırsal Üçüncü Dünya ülkelerinde elektrikten imalatı yoksun yaşayan 2 milyar insanın birçoğu için güneş panelleri elektriğe kavuşmak için en iyi yol olacaktır.

Hafif Ray: Otomobilden kaynaklanan trafik tıkanıklığından ve İnşası kirlilikten muzdarip insanlar arttıkça, sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerin şehirlerinde hafif ray sistemine geçilecektir.

Ağaç Dikimi: Dünyayı ağaçlandırma çabaları ve ağaç dikme çabaları arttıkça, ağaç dikimi lider bir ekonomik faaliyet olarak ortaya çıkacaktır.

  • Aşağıdaki işlerle ilgilenmeyin:

Kömür Madenciliği: Doruk seviyelere ulaştığı 1996 yılından beri yüzde 7 düşüş görülen dünya kömür kullanımı oranı, önümüzdeki yıllarda da azalmaya devam edecektir.

Petrol Pompalaması: Petrol rezervlerinin azaldığına dair yapılan tahminler önümüzdeki 5-20 yılda üretimin doruk seviyelere ulaşacağını ve daha sonra düşüşe geçeceğini gösteriyor. Küresel ısınma ile ilgili endişeler bu düşüşü hızlandırabilir.

Nükleer Enerji Üretimi: Kamuoyu, güvenlik sorununa odaklansa da, endüstrinin düşmesine yüksek maliyetler neden olacaktır.

Kerestecilik: Orman ürünlerinde yaygınlaşan eko-etiketleme kereste firmalarını sürdürülebilir verime doğru yönlendirecek ya da tamamen ortadan kaldıracaktır.

Kullan-At Ürünlerin İmalatı: Maddeler döngüsünü kapatma çabaları arttıkça, birçok kullan-at ürün yasaklanacak veya yüksek oranda vergilendirilecek.

Otomobil İmalatı: Dünya nüfusu şehirleştikçe, otomobil ve şehir arasındaki anlaşmazlık artacak, otomobil bağımlılığı azalacaktır. Yüzebilen ve uçabilen “Personal Car”lar, evde ayakkabılarınızın yanında duracaktır.

  • Aşağıdaki mesleklere yönelin:

Rüzgar Meteoroloji Uzmanları: Rüzgar meteoroloji uzmanları, yeni enerji ekonomisinde şimdi petrol jeologlarının oynadığı rolü oynayacaklardır.

Ormancılar: Dünyayı ağaçlandırmak için hangi türlerden, nereye, ne kadar dikileceği konusunda danışmanlık verecek hidrolog talebi artacaktır.

Geri Kazanım Mühendisleri: Aygıtları kolayca dağıtılabilir ve tamamen geri kazanılabilir şekilde tasarlayacak mühendislik uzmanlık alanı ortaya çıkacaktır.

Kültür Balıkçılığı Veterinerleri: Bugüne kadar veterinerler, ya büyük ya da küçük hayvanlar konusunda uzmanlaşmıştır, ancak önümüzdeki on yılda balık çiftçiliğinin sığır üretimini yakalayacağı düşünülürse, su veterinerleri talebi oluşacaktır.

Ekoloji Ekonomistleri: Ekonominin temel prensiplerinin ekonomik planlamaya ve politika oluşturmaya dahil edileceği netleştikçe, ekologlar gibi düşünebilen ekonomistlere olan talep artacaktır.

Jeotermal Jeologları: Dünyada geniş alanların hem ısınma hem elektrik için jeotermal enerjiye geçmeleri durumunda, jeotermal jeologları talebi tırmanacaktır.

Çevre Mimarları: Mimarlar ekolojinin ilklerini öğrenerek, bunları çalıştığımız ve yaşadığımız binalar için uygulayacaklardır.

Rüzgar Türbini Mühendisleri: Dünya taşımacılık ve egzersiz için bisiklete geçiş yaptıkça, bisiklet makine ustaları ihtiyacı artacaktır.

VIII. SON SÖZ

Dünya kendi gerçeklerini yaşıyor. Biz, dünyanın gerçekleriyle ve türleriyle yaşam ortağıyız. Ortaklığımızın sürmesi, holistik düşünce sistemimiz ve ekolojik bilincimizle bu durumu kavrayıp kavramadığımıza bağlıdır.

Bu kavrayış mücadelesine katkıda bulunan uluslararası ve yerel kuruluşlara, ve bugün burada bizimle olan Future World’e Neil Jacobsohn’a teşekkür ediyorum.

Ayrıca benim kişisel olarak görüşlerinden yararlandığım, California Berkley’deki Çevrebilimsel Okuryazarlık Merkezi Müdürü Fritjof Capra’ya, Santa Fe’deki Bilimlerarası Diyalog Merkezi araştırmacılarından Stuart Kaufmann, Brian Arthur’a, Yaşam Bilimcileri Humberto Maturano ve Francisco Varela’ya geleceğimiz ve ekosistem adına saygılar sunuyorum.

Size de tavsiye ediyorum. Bu kurumlar ve insanlarla mutlaka yollarınızı çakıştırın, biliyorum ki bu çakışan yollar sizi doğruya götürecektir.

Saygılarımla,

Dr. Cemil Çakmaklı

İstanbul, 24 Nisan 2008