Dr.Cemil Çakmaklı; Türkiye’de Reel Sektör ve Spekülasyon ayırımını ta 1980’li yıllardan beri gündeme getiren ve ” Reel Sektör ” kavramını ilk defa kullanan kişidir.
Doktor Çakmaklı ; tüm hayatı boyunca üretimin ve katma değerin yanında yani Reel Sektör safında yer almıştır.Monetarist spekülasyona hep karşı durmuştur.Bu karşıtlığını yaşamı ve yazıları ile hep göstermiştir.
Aşağıda; Dr.Çakmalı’nın spekülatif monetarizme karşı duran bir konuşmasını bulacaksınız.
Bu konuşma; 2000’li yıllarda ” Monetarizm Üstüne Düşünceler Konferansında ” yapılmıştır.
Monetarizm Üstüne Düşünceler
Ben monetarizmin azmaya başladığı yetmişli – seksenli yıllarda derdim ki; “ Monetarizm batıdan doğar’’ ve ilave ederdim; “ Allah bizi; Amerika’nın batısındaki üniversitelerde okumuş Monetaristlerden ve Ankara’nın batısında Ulus civarında çalışan Monetarist Bürokratlardan korusun. Merkez Bankası, içinde Hazine yönetimini de barındıran Maliye Bakanlığı o zaman Ulus’taydı. Ulus’taki Bürokratların özellikle seksenli yıllardan sonra görev alanlarından bazıları ezberledikleri Monetarist yaklaşımların körlüğüyle “Piyasa ekonomisi ’’ ve onun temeli olan “Reel ekonomiyi’’ hiç öğrenemediler. Bütçe ile oluşan, Kamu ekonomisini, piyasa ekonomisi zannettiler. Kamu ekonomisinin büyüklüğünün yani bütçe büyüklüğünün piyasa ekonomisinin sadece % 20 si olduğunu unuttular. Kamu ekonomisinin piyasa ekonomisinden beslendiğini, önce piyasa ekonomisini ele alıp düzeltmeden, kamu ekonomisinin düzelemeyeceğini anlamadılar. Çünkü piyasa ekonomisini, onun dayandığı Reel temelleri yani faktör piyasalarını bilmiyorlardı. Emek piyasasını bilmiyorlardı, bilgi ve teknoloji piyasalarını bilmiyorlardı, sermaye ve kredi piyasasını bilmiyorlardı. Çünkü ekonomi ve sistemi bilmiyorlardı.
Bütçe açık verdikçe; daha çok faiz vererek borçlanıp açığı kapatacaklarını zannettiler. Piyasayı büyüterek vergi tabanını büyütmeyi bilemediler. Bütçe piyasadan beslenir. Piyasa erbabı şimdi diyor ki; Besledik kargayı oydu gözümüzü. Bu günkü Ankara’nın dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman görülmemiş biçimde; beş-on tekelci banka yararına faiz belirleme ve para piyasalarını bozma ve Reel ekonominin belini kırma becerileri; ezberci, Monetarist, piyasa ekonomisi sitemini kavrayamamış “ sözde ekonomist ’’ üstadlardan gelmektedir.
Benden önce konuşan ve son krizi değerlendiren arkadaşların konuşmalarını dinlerken düşündüm ki; Vay be; ben bu işi hiç öğrenemeyeceğim. Meğer bu işte dünya suçluymuş, bizim hiç kabahatimiz yokmuş. . Dünya global krize girmiş bizi de peşinden sürüklemiş.. Vay be.
Yahu arkadaşlar şu söyleyeceklerimi bir dinleyin de beni düzeltin.
Bir; Son kriz miriz yok… “son’’ lafı yanlış … Türkiye yirmi yıldır krizde ..
Yahu ; 20 yıldır enflasyonu üçlü rakamlar sınırında oturan ; on beş yıldır harp halinde olan , senede bir hükümet değiştiren bu ülke ne zaman krizden çıktı.
İki ; Eğer öyle bir şey varsa – Türkiye global dünyanın içinde değil .. Orada olup biten şeyler bizi, öyle söylediğimiz gibi fazla ırgalamaz..
Siz global krize değil; yirmi yıldır üzerine yüksek faiz, yüksek enflasyon benzini döktüğümüz “Milli krizinize’’ bakın.. Siz varlığını bu 15 yıllık Milli krize bağlamış Monetarist ve tekelci bankalarımıza ve ezberci, ekonomi bilmeyen “ ekonomi kurmayları (!) mıza bakın..
Global kriz bir ülkeye iki kapıdan girer. Birinci kapı ihracat kapısıdır. Sizden mal ve hizmet alanlar alamaz hale gelir, durumları bozulur..Benim ihracatımın üçte ikisi görünmez kalemlerden.. Yani bavuldan ve yataktan.. Benim bavulla gönderdiğim üçüncü sınıf mal , üçüncü sınıf alıcıya gidiyor.. Dünyada bunları üretmeye talip başka bir ülke yok.O azalamaz .. Yatak işine bakmayın. Kışın 8 marka, yazın 30 marka dibe vurmuş fiyatlarla 10 milyon turistten 8 milyar $ alıyorsunuz. Aldırmayın buna da talip ülke yok.. Altımıza kimse giremez. Kriz buradan da gelmedi.
Global krizin girebileceği ikinci kapı moneter kapı. Sermaye piyasalarımıza çok para girer ürker gider. Keşke olsa ama o piyasa 1-2 milyar $ yabancı paradan fazlasını görmedi.
Gitse de kriz miriz olmaz. Kredi piyasalarına gelen yabancı para ürktü gitti mi diyeceksiniz. Etmeyin arkadaşlar dolara % 30 faiz veriyorsunuz. Doları getiremiyorsunuz. Ne gelmiş de ne gidecek de global kriz bizi vuracak..
Arkadaşlar biz hiç global olmadık. Suçu global krize atmayın Suç bizim 15 yaşındaki milli krizindir.
Üçünü olarak şu “ globalizasyon’’ lafına bir bakalım. Son zamanlarda dünyada bir globalizasyon lafı çıktı. Bizim tembel ezberciler hemen benimsediler.
Arkadaşlar dünyanın global lobal olduğu yok. O bir IMF reklamı, monetarist hayal. Global dünya için. Her yerde benzer kuralların işlemesi lazım. Dünya pazarlarının aynı şartlara göre kurulması, ürün standartlarının aynılaşması, tüketicinin aynı biçimde korunması lazım. Kavramları, ölçüleri, değerleri, siyasi rejimleri farklı olan dünyada globalizyon olamaz… O kadar globalse dünya, niye bu AB’e giremiyorsunuz? O kadar globalse dünya; niye bu AB’ler NAFTA’lar APEC’ler ….Bu bir masal. Hiç değilse şimdilik..
Bu global masal 1958 Bretton Woods, ta kurulan dünya düzeninin bugünlerdeki yeni sloganı. Bretton Woods düzeni IMF ve Dünya Bankası’nı oluşturdu. IMF ve Dünya Bankası o günden bugüne bıkmadan usanmadan bir “ dolar düzeni’’ kurdular.
Bugün Londra Borsası’nda yapılan işlemlerin % 85,i dolar, la yapılıyor.
AB; Euro ile Japonya Yen ile kavgayla yer tutmaya çalışıyorlar. Dolar düzenin sözcüsü IMF ve Dünya Bankası diyorlar ki; bakın dünya globalleşiyor, ekonomini dışa aç, paranı dolara endeksle, para hacmini daralt, sosyal sistemleri ihmal et, her şeyini “kavramamış, kurulmamış piyasalara, o piyasaları da dolara bağlı ’’ diyor.
Halkımızın deyişiyle söylüyorum. Bu dolmuşa binen; ekonomisini Soros’lara açan, siyaseti diktaya, piyasaları tekellere veren, Endonezya bugün çözümsüz bir iç kargaşa içinde. Hiçbir şeyi, ümidi bile yok..
Tayland, daha düne kadar parasını ısrarla koruyordu. Oda dolmuşa bindi kapıyı açtı, battı.
Makro ekonomik dengesizlikleri gidermek için kurulan IMF ve Dünya Bankası bugün Makro ekonomik dengesizlikleri çoğaltıyor. Çünkü IMF, Amerika’nın batısından yayılan monetarist kadroların işgali altında; dünyaya doların düzenini
Ve milli ekonomistlerin düzensizliğini ihraç ediyor.
Dünyadaki krizin nedenlerinden birincisi monetarizm ve onun örgütlü kalesi IMF’dir. Global monetarist IMF ve onun milli ezbercileri birlikte reel ekonomileri yıkıp sanal ekonomiler kuruyorlar.
Monetaristlerin sanal ekonomileri dünya inanlığın tehdit eder hale geldi. Para ticareti; yüksek faiz düzenini, yüksek faiz düzeni tekelleri, tekeller de kendi diktatörlüklerini veya kiralık zayıf iktidarlarını üretiyorlar.
Bu sele kapılanları Endonezya, Tayland ve diğerlerini görüyoruz.
Kısaca; dünyada moneter bir tecavüz var ve bu tecavüz insanlığa yapılmaktadır.
Bizim monetaristler bunları göremiyorlar ama dünya çoktan direnmeye başladı bile. Daha iki gün önce 16 Aralık, ta Japon Maliye Bakanı bir Asya Para Fonu oluşturma önerisinde bulundu ve ortalık birden karıştı.
Çinliler Yunan’ı konvertibl yapacaklardı. Bunu rafa kaldırdıklarını, belirsiz bir tarihe ertelediklerini söylediler.
Dünya nüfusunun bugün üçte ikisi moneter tecavüz altındadır. Para ticaretini, mal ve hizmet ticaretinin önüne koyan anlayış insanlığı tehdit eder boyutlara gelmiştir.
Uzakdoğu’dan monetarizme direnmeye hazır bir orta sınıf geliyor. OECD’nin verilerine göre 2020 Yılında Avrupa Birliği ülkelerinin GSMH’ sı 27,5 Trilyon, Nafta’nın GSMH’ sı 32,5 Trilyon Asya Pasifik bölgesinin GSMH toplamı 75 Trilyon Dolar. Dünyanın geleceği bu ölçülere göre büyüklük olarak Asya Pasifik’te. Yine bir OECD çalışmasında aşağı yukarı Çin, Endonezya ve Hindistan’da gelecek on yılda 700 milyon insan İspanyol gelir düzeyine yani 10 bin doların üzerine çıkacak.700 milyon bir Asya orta sınıfı düşünebiliyor musunuz? Bu, bugün Japonya’nın, Amerika’nın ve Avrupa Birliği’nin nüfusundan daha fazla.700 milyon Asya orta sınıfı.
Dünya gemisi böyle seyrederken, Türkiye’deki monetarist tecavüz; yüksek faiz, yüksek enflasyon, dolarizasyon, kentsel rantlar, high spekülasyon ve tekelleşme, mal ve hizmet veren Anadolu işletmesine orta sınıfın katledilmesi gibi sonuçları doğurmuştur.
*İşin acısı tecavüz ve istenmeyen doğumlar devam etmektedir.
Cemil ÇAKMAKLI
İKİNCİ BÖLÜM
Birinci bölümdeki konuşmalardan ve tartışmalardan anladım ki; hemen herkes dünyadaki IMF güdümünde gelişen – benim deyimimle – moneter saldırıyı görüyor ancak farklı kelime ve üsluplarla ifade ediyor.
Çözümlerin veya önerilerin konuşulacağı bu ikinci bölüme başlamak için bu iyi bir ortam, doğru bir asgaridir. Görülüyor ki; Monetarist yaklaşımlar uluslar arası
Kuruluşların yedeğinde dünyaya yayılmış ve reel ekonomileri tahrip ederek yerine sanal ekonomiler getirmişlerdir.
-Monetarizm ve spekülasyon öncelikle yanlış ve eksik kavramların; sistemsizliğin ve istikrarsızlığın bulunduğu ortamlarda gelişmektedir. Bu yüzden kanımca; toplumu bir arada tutan temel kavramlar ve yargılar netleştirilmelidir.
Daha öncede söylediğim gibi piyasa ekonomisinin tüm kavramları ve giderek kurumsal niteliği netleştirilmelidir.
Piyasa ekonomisi bir sistem bütünüdür. Yatay anlamda arz ve talep cepheleri; arzın standartları, talebin sahibi tüketicinin korunması, düşük maliyetlerin teminatı rekabetin korunması ve diğer kurumları ve kavramları ile piyasa ekonomisi netleşmelidir.
Dikeyde piyasa ekonomisi, faktör piyasaları ve işlemler düzeni yeniden tanımlanmalıdır. Kavram ve istem bozukluklarına bazı somut örnekler verirsek, bize yol gösterici olacaktır.
Kamu ekonomisi kavramı; piyasa ekonomisinden ayırt edilemediği için, kamu ekonomisi teknisyenleri kendilerini ekonomist zannetmektedirler. Örneğin devletin gelir ve giderini karşılayamamasını bir ekonomik sorun zannetmekteyiz. Oysa bu bir; kamu giderlerini ve giderlerini düzenleme sorunudur. Bu sorunu çözmek isteyenler; şimdi yapıldığı gibi tek yanlı faiz ilan ederek piyasayı bozmamalı tam tersine piyasayı büyütmeye yönelik orta vadeli tedbirlerle vergi gelirlerini arttırmaya çalışmalıdırlar.
Yapılan bir dolu yanlışlardan biri de “ özelleştirme’’ alanında olanıdır. Piyasalaşma tamamlanmadan, özelleştirme yapılamaz. Doğru düzenlenmemiş bir piyasada; devlet mülkiyetindeki işlemler çalışmadığı gibi özel mülkiyetli işletmeler hiç çalışamaz. Ya haksız yere batar, ya da tekelleşir.
“Banka özelleştirmesi ’’ denilen bir kavram yanlışı şu sıralar ortalığı kasıp kavuruyor. Dünyada bankalar özelleştirilmiyor, toplumsallaştırılıyor. Türkiye bir yanlış kavramın ve kavrayışın sonunda bankaları bankerleştirmiştir.
Banker kuruluşları kişilerin olur, bankalar ise toplumun olmalı, toplumsal sorumlulukları yüksek olmalıdır.
Türkiye Piyasa Ekonomisi; resmisi, gayri resmisi ile yaklaşık 300–350 Milyar $ GSMH’ya ulaşmıştır. Bu; günde yaklaşık 1 Milyar $ GSMH demektir. Bir günde 1 Milyar dolar GSMH üreten bir ekonomiyi piyasadan Devlete 3-5 Milyar dolar aktaracağım diye yanlış kavramların açmazlarına düşürmek anlaşılır bir şey değildir.
Kavrama yanlışları kurumları da yanlış yönlendirmekte ve sistem ters çalışmaktadır. Sermaye piyasası 1980 Tarihli bir kanunla; reel ekonomiye ve onun işletmelerine öz kaynak temini için kurulmuştur. Ancak 1986’ da kurulan IMKB bugün ahla kumar borsası gibi çalışmakta reel ekonomiyle ve işletme karlılığı ile bağını kuramamakta, spekülasyon borsayı yiyip bitirmektedir. Para piyasasının temel kurumu olan bankacılık sistemi felç hale gelmiştir. Özellikle ticari bankacılık sistemi, bireyselleşmiş, kişiselleşmiş ve bankerleşmiştir. Oysa daha önce belirttiğim gibi bankalar özelleştirilmemeli, toplumsallaştırılmalıdır.
Mevzuatların rezaleti yetmiyormuş gibi, kamu bankaları toplumsallaştırmayıp, kişiselleştirilmeye çalışmaktadır.
Faktör piyasalarındaki yanlışları teker teker sayamayız ama, emek piyasası 40 Yıl önceki kavram, tanım ve kanunlarla çalışmakta, temel faktörler piyasası örneğin enerji dünyadan 2 ya da 3 kat pahalı üretilip, satılarak reel ekonominin ihracat ve rekabet gücünü kırmaktadır.
Reel ekonominin kurulabilmesi ve spekülasyonun önlenebilmesi için yapılması gereken temel işlerden birisi de ekonominin ve mali sistemin doğru ölçülüp, tartılmasıdır.
Bugün ülke; ekonomisinin ve mali sistemlerin sayısal verileri bilinmemektedir. Ülkenin emisyonu, milli nakit akım sistemi bilinmediği için doğru hesaplanamamaktadır.
Görünmez kalemlerde; turizm ve bavul, daha yeni yeni doğru değerlerle yer almaktadır.
Kısacası; Türkiye ekonomisine karşı, hem kavram, hem de rakam bazında ayıp ediyoruz. Ekonomide ne kavramlarımız doğru, nede rakamlarımız.
Bir ekonomi; doğru kavramlarla doğru verilere, doğru sisteme dayanmadan kurulamaz. Özellikle sistem kurma konusunu biraz açmak istiyorum. Ezberci, kopyacı eğitim düzenimiz bizi dizayn özürlü hale getirdi. Yeni bir ürün dizayn edemediğimiz, marka ihraç edemediğimiz gibi, ekonomik sistemimizde dizayn edemiyoruz… Mal ve hizmet dizayn edememekle, siyasi sistem dizayn edememek ezberci ve kopyacı eğitimimizin sonucudur. İlk düşman budur…
Ezberciliğin olduğu yere reel ekonomi ve yöneticilik değil; kopyacılık, montajcılık, fasonculuk ve giderek spekülatif ekonomi gelir oturur.
Bu bozuk sistemin daha bozuk sistemleri, örneğin tekelci sistemleri doğurması kaçınılmazdır. Özellikle finans piyasalarında oluşan devleti ablukaya alıyor. Dünyanın her tarafında tekelcilik suçtur… Buna karşı koyamayan devlet, piyasa ekonomisi devleti değildir, liberal hiç değildir. Buna karşı çıkmayan siyasetçi, toplum siyasetçisi değildir.
Türkiye’de demokrasinin ve siyasetin azlığından, çokluğundan çok niyetine ve çözüm gücüne bakmalıyız
Türk siyasi hayatı bugün; liderlerini değiştirmeyen parti oligarşilerini, otorite üretmeyen bir seçim sistemini sırtında taşınmakta, bir sistem ve hedef yokluğu fazını yaşamaktadır.
Değerli Arkadaşlarım;
Kıra döke lafımı esirgemeden konuştum, beni bağışlayın. Ama artık kibarlık edecek limitimiz kalmadı. Daha da eskisi var ama 20 yıldır enflasyon yaşayan, dolar faizini % 30’lara çıkarmış bir ülkenin sözüm ona bizim gibi aklı erer diye konuşturulan insanları her şeyi cesaretle söylemeye mecburdur. Her şeyi söyleyelim ama; bize gökdelen projesi lazımsa tuğlanın nasıl örüleceğini anlatmayalım.
Konuşmayı şu bölümle bitirmek istiyorum. Biz reel ekonomi konuşuyoruz. Reel ekonominin nihai hedefi rekabettir. Dünyanın her tarafında benzeri ürünler ile maliyet açısından rekabet edilebilen ve dizaynı, yeniliği ve benzeri açısından da tercih edilen ürün üreten bir yapıyı reel ekonomi amacı olarak önümüze koymalıyız. Türkiye’nin bugün dünyada ki ürün değişimi konusunda bir fikri bile yok. Dünya artık ürün standartlarını doğaya uygun, ekoloji dediğimiz bir yaşam anlayışına dayanmakta, Ekolojiden referans alan bir ürün gamı oluşturmaktadır. Türkiye’deki tekstilci, krizle uğraşıyor, ama dünya organik, lifli tekstil ile uğraşmaktadır. Tüketici artık yarın başka bir tüketici olacak. Bu değişimi yakalamak zorundayız. Uzun ömürlü ürün diye kriterler var artık dünyada. Bankalar artık projeye kredi verirken, “ sizin üreteceğiniz ürün uzun ömürlümü? ’’ diye soruyor. “ Organik mi ?’’ diye soruyor.
Türkiye, de de bunları tartışıyor olmamız gerekirken hala kavramsal birliği sağlanmamış, tanımlamaları yapılmamış, bir ortamdayız. Biz, konular üzerinde mekanik spekülasyonlar yapıyoruz. Türkiye’nin neden filozofu yok, neden Türkiye’de sistem kurmayı düşünen insanları yok, çünkü geçmişimizde akıl yürütme yok, ezber var. Çünkü geçmişimizde deney yok, deneye dayalı kavram yok, sistem düşüncesi ve sistem kurma yok. Sabrınız için teşekkür ederim.
Dr.Cemil Çakmaklı
“Monetarizm Üstüne Düşünceler” için bir yorum