Aylık arşivler: Şubat 2024

ÇÖZÜM; DÜŞÜNEN TÜRKİYE

Türkler bugünkü açmazlarına çözüm bulacaksa eğer, bunun yolu kurtarıcı aramaktan değil, DÜŞÜNEN TÜRKİYE olabilmekten geçmektedir.

DÜŞÜNEN TÜRKİYE olamazsak eğer; bırakın sorun çözen toplum olmayı, tam tersine sorunlar üreten, demokrasisini işletemeyen, seçemeyen, giderek manipüle edilen bir toplum olmaktan kurtulamayız.

Sözü dolandırmaya gerek yok.

Esasen içinde bulunduğumuz toplumsal süreç tamda budur.

Sorunları farklı, çözümleri farklı insanlar olduk.

Giderek daha büyük sorunlar üreten, demokrasisini işletemeyen, manipüle edilmekten seçemeyen, neredeyse umudunu kaybetmiş, karamsar, ayrışmış bir toplum olduk.

Bu karmaşa giderek bizi toplum olmaktan uzaklaştırıyor, parçalıyor ve ayrıştırıyor. Çünkü toplumsal ayrışmaların temeli; aynı şeylere farklı kavramlar yüklemekle başlıyor.

Kavram farklılıkları, parçalanmanın temeli oluyor.

Bu yüzden aynı kavramlara, aynı çözümlere sahip olamıyoruz, ULUS olmaktan uzaklaşıyoruz.

Mesela ben kalkıp; algı dersem, kavram dersem, bellek dersem, akıl dersem, düşünce dersem, zekâ dersem, zihin dersem giderek beden dersem, hele hele ruh dersem, düşüncenin temeli olan bu kavramlarda bile birilerinden ayrışıyorum…

Bu ayrışmanın okumuşlukla okumamışlıkla, profesörlükle ya da hiç okula gidip gitmemekle alakası yok.

Hatta; bilincini inançla ya da bilimle oluşturanlarla da alakası yok…

Neyle alakası var peki?

Düşünceyi ve yukarıda bahsettiğim düşünceyi oluşturan süreçlere ne anlam yüklediğimizle alakası var. Çünkü düşünce ve düşünce süreçleri konusunda toplumumuzda kavram birliği ve dil birliği yok…

Böyle olunca da, DÜŞÜNEN TÜRKİYE olma şansımız da yok.

Düşünen Türkiye olabilmek için düşüncede kavram birliğine ulaşmak şart.

Kişiliğimizin, toplumsal kimliğimizin oluşabilmesi ile birebir alakalı bu konunun çözümüne bir yerden başlamamız da şart.

Öyleyse hadi başlayalım:

İşe; yaşamı, özellikle insan yaşamını belirleyen DÜŞÜNCE DÖNGÜSÜ’nü kurcalayarak başlayalım.

Diyorlar ki; YAŞAM BİR ENERJİ DÖNGÜSÜDÜR.

Dikkat, “döngüdür” deniliyor. Sabit değil yani…

Yani denge / menge yoktur…

Yaşamda her şeyin bir döngüsü vardır.

İnsanın temel sermayesi olan düşüncenin de bir döngüsü vardır ve o da bir enerjidir.

Ölçü birimi “FREKANS” tır…

Şimdiye kadar, canlı, cansız diye ayırdığımız sınıflamayı da atın bir tarafa.

Her şey canlıdır yani…

Her şeyin bir frekansı vardır yani..

Her şey titreşmektedir.

İnsan canlısının frekansı 62-72 MHz’dır

Yani insan canlısı her organı farklı titreşimde olmakla birlikte saniyede ortalama 62-72 MHz titreşmektedir.

İnsan canlısının bu titreşim özelliğinin iyileştirilmesi ve artırılması, düşünme becerisinin artırılması için de çok önemlidir.

Artık toplumlar bireylerinin daha yüksek frekanslı olmalarını hedefliyorlar. Çünkü; insan canlısı, yüksek frekans sayesinde daha fazla hayat enerjisi depoluyor, algıları güçleniyor, düşünce gücü artıyor, insan pozitif ve herkese karşı sevgi dolu hale geliyor. Böylece her şeyin frekansı artırılarak, yüksek kaliteli, hoşgörülü ve düşünebilen bir toplum oluşabiliyor.

Bugün tıp bilimi bile bu temele yöneliyor, FREKANS TIBBI ile hastalıklar tedavi ediliyor, doğal olmayan ilaç tedavilerinin yerini frekans tedavileri alıyor.

Görülüyor ki; yaşamdaki döngüler ve bu döngülerin frekansları çok önemli.

Hazır buraya gelmişken, DÜŞÜNCE ve DÜŞÜNCE DÖNGÜSÜ konusuna daha yakından bakalım…

Düşünme döngüsünün ilk süreci algılardır. Sık sık sözünü ettiğimiz frekanslar, yani titreşimler algı organlarıyla, görülerek, duyularak, dokunularak, koklanılarak yakalanmakta ve isimlendirilmektedir.

Bu arada hatırlatalım.

Klasik tasnifte olduğu gibi insan sadece 5 duyu organına sahip değildir.

İnsan canlısı bütünüyle bir ALGI organıdır.

O; her an, her şeyi algılamaktadır.

Zaten düşünce çevrimi de bu algılarla başlamaktadır.

Algıladıklarını sıcak, soğuk gibi somut kavramlara ya da iyi, kötü gibi soyut kavramlara dönüştürüp kodlamakta böylece “dil” oluşmaktadır.

Hemen belirtelim ki, zengin bir dil düşünmenin temelidir.

Bu yüzden insanın yarım yamalak çok dil bilmesi değil, tam ve sağlıklı bir düşünce diline sahip olması temel hedef olmalıdır.

İnsan algılayıp dile dönüştürdüğü kavramlarını belleğine atmaktadır.

Buna bazılarımız ” hafıza” da demektedir…

Ama, bundan sonra düşünmenin en önemli safhası olan “AKIL” safhası gelmektedir.

AKIL, Arapça ‘’İKAL’’ kökünden gelmektedir.

Araplar somut şeylere birbirine bağlamaya İKAL ETMEK demektedir. “Devemi hurmaya ikal ettim” derler mesela.

Uzatmayalım…

Araplar; somut şeyleri birbirine bağlamaya ” ikal etmek”, soyut şeyleri birbirine bağlamaya da AKILETMEK demektedir. Biz de bunu aynen böyle kullanıyoruz.

Hafızaya kodlanmış kavramlar, kodlar gerektiğinde çağrılıp birbirine bağlayıp oradan sonuç çıkarmaya AKLETMEK/ AKIL YÜRÜTMEK diyoruz kısaca…

Ne kadar hızlı akıl yürütüp ne kadar hızla sonuç çıkarabilirsek, kendimize ZEKİ diyoruz…

Yani zekâ; ‘’akıl yürütme hızı’’ kavramıdır.

Bu yüzden durup dururken zekâ kavramını, akıl kavramı yerine kullanmamalıyız…

Çünkü akıl; karşılaştırma/ mukayese, zekâ ise hızlı karşılaştırma becerisidir.

Yani akıl farklı, zekâ farklı kavramlardır.

Bu yüzden akıl ve akıl yürütme kavramı üzerinde ve hatta AKIL TARİHİ üzerinde biraz duralım.

Akıl ve akıl yürütme tarihi, boyutlarla ve boyutların tarihi ile birlikte yani geometrinin tarihi ile doğrudan bağlantılıdır.

Geometri; Lineer (çizgisel) olarak yola çıkmış, sonra Kartezyen (yüzeysel) olarak devam etmiş, nihayet günümüzün geometrisi ‘’Uzaysal/Holistik’’ geometri safhasına gelmiştir.

Diğer bir deyişle insan; önce bir çizgi üzerinde akıl yürütebiliyor, yani bir noktayı diğer bir nokta ile mukayese edebiliyordu.

Sonra bir noktayı iki nokta ile izah edebilen, yani A(x,y) kartezyen/ yüzeysel geometriye geçmiştir. Çizgiyi aşıp, yüzeylerle, karelerle, üçgenlerle, dairelerle akıl yürütmeye başlamıştır.

Bugün ise artık; bir noktayı diğer bütün noktalarla bağlayabilen uzaysal/ holistik yani bütüncül/ ağsal geometriye geçtik. Holistik akıl kullanmaya başladık. Yani akıl, biz onu anlamaya çalışırken boyut değiştirdi. Karşılaştırılan şeyler birden, ikiden sonsuza ulaştı.

Artık sonsuz sayıda şeyi birbirine bağlayıp, ‘’Ağ’’ oluşturma çağındayız. Bu çağda artık sadece iki- üç şeyi mukayese ederek sorun çözemeyiz.

Bilim insanları da bu süreci yaşadılar. Önce lineer oldular, sonra kartezyen düşünebilir, kartezyen geometriyi kullanabilir hale geldiler.

Bilim tarihi bu kavramlara göre ayrıştı.

Eski bilim adamları lineerdi. Sonra gelenler kartezyen geometri kullandı.

Mesela Newton dahil, onun çağdaşları hepsi kartezyendir.

Sonra Einstein diye biri çıkıp, E=mc² dedi, yani madde enerjidir, enerji de maddedir konusunu formüle etti. Enerji ve madde için bunlar birbirine dönüşebilir diye buyurdu.

Yani doğadaki sonsuz çeşitliliği ve onun döngüsünü bilime taşıdı. Her şeyi, her şeyle mukayese etme safhasına geldi bilim yani holistik oldu.

Sonra kuantum fizikçileri; bir şeyin her yerde olabileceğini ortaya attılar.

Yani düşünce döngüsünün en önemli süreci olan AKLIN; yeni bir geometrisi oldu, geometrinin de yeni bir aklı oldu.

Yukarıda bir yerlerde dedim ya, akıl farklı, zekâ farklı kavramlardır diye.

Biz daha kartezyen aklı özümseyememişken, akıl yürütme de farklılaştı, holistik oldu. Bir şeyi, bir şeye bağlamaktan çıktı, her şeyi her şeye bağlayabilir oldu.

Zekâ da, yani bir akıl yürütme hızı olan zeka da hızlandı, mekanikleşti.

Artificial Intelligence (AI) oldu, yapay zekâ oldu.

Gelelim DÜŞÜNEN TOPLUM olabilmenin en önemli birikimi olan ZİHİN meselesine….

Düşünce süreçlerinin çıktılarından, bireysel, giderek toplumsal zihin oluşur. Zihin madde değildir.

Artık birileri kesin olarak diyor ki, gerçekte madde yoktur, düşünce süreçleri sonucu oluşan ZİHİN vardır.

Bu ZİHİN, tüm maddelerin ana yapısıdır.

Einstein’dan başlayarak modern fizik; maddenin bir illüzyon olduğunu kesinleştirmiştir. Tüm fiziksel maddeler, etrafımızdaki her şey, bir frekansın sonucudur.

Ama biz, dış dünyanın fiziksel bir kökeni olduğu zannımızı hiçbir zaman sorgulayıp değiştiremiyoruz.

Oysa sorgulamalıyız…

Zannetmekten vazgeçmeliyiz.

Belki de dışarıda gerçekten hiçbir şey yok. Fiziksel görünüm diye bir şey yok.

Eğer kendi kendimize doğru düşünmeyi öğrenmez, bugünün holistik dünyasını kavramaz, kendi kendimize zihin oluşturmaz isek başkalarının oluşturduğu zihin ile yaşarız.

Yani ikinci el yaşarız.

Başlangıçta söylediğim gibi;

Yaşam bir enerji döngüsüdür.

Ses, ışık, düşünce hep birer enerji döngüsüdür.

Yaşam; bu döngüleri doğru döndürme becerisidir.

Bu döngülerin önemlisi, önemsizi yoktur. Hepsi birer bütündür bunların.

Bizimle evreni, varlıkla yokluğu, hiçlikle çokluğu birbirine bağlayan döngülerdir bunlar.

Ama bizim için, DÜŞÜNEN TÜRKİYE için en önemli döngü; DÜŞÜNCE DÖNGÜSÜ’dür.

Bu yüzden, etkin bir insan, sağlıklı bir toplum olmak istiyorsak, yukarıda da söylediğim gibi düşünmeyi, yeni kavramlarla düşünceyi öğrenmeliyiz ve öğretmeliyiz.

BUNUN İÇİN: ALGILARI GÜÇLÜ, KAVRAMLARI NET, DİLİ ZENGİN, ÇOKLU MUKAYESE YAPABİLEN YANİ AKIL GÜCÜ YÜKSEK, HIZLI DÜŞÜNEN YANİ ZEKI BİR TOPLUM OLMAYA YÖNELMELİYİZ.

Kısaca düşünebilen, sorun çözebilen, doğruyu yanlıştan ayırabilen, sonsuz çeşitlilikten oluşmuş bu Dünya’yı kavrayabilen bireyler olmalıyız.

Bu bireylerden oluşan bir DÜŞÜNEN TÜRKİYE olmalıyız.

Yoksa okuma- yazma dahil, hatta sosyal medya dahil bütün iletişim sistemleri bizi başkalarının istediği gibi yönetmeye başlarlar.

Çünkü düşünemeyen özgür olamaz.

Giderek; bizim düşüncemizi içermeyen, bizim oluşturmadığımız zihinlere dayalı iletişim, kişiliğimizin celladı olur. Biz de hiçbir şeyin farkında olmadan celladımızı sever dururuz.

Ama biz bu konuda, düşünceyi öğrenme ve DÜŞÜNEN TÜRKİYE olma konusunda çaresiz değiliz. Bir sürü çıkış yolumuz var.

Her şeyden önce düşünce; öğrenilebilir bir şeydir.

Ne kadar geç kalmış olursak olalım, yeniden başlayabiliriz.

Bunun için mekâna da gerek yoktur. Evde, okulda, toplumda, her yerde öğrenilebilir bir şeydir düşünce. Yeter ki, düşünme çevrimi ve onun kavramları konusunda toplumsallaşmış bir temel eğitim verebilelim.

Böylece doğacak bir toplumsal sinerjiden, DÜŞÜNEN TÜRKİYE ve giderek ortak bir bilinç üretebilen Türkiye’ye ulaşmak mümkün olacaktır.

Bu konuda bizim tarihi alışkanlıklarımız da var.

Biz Türkler; inançlarını bile akıl ölçüsüne vurabilmiş bir milletiz.

‘’Düşünmeyenin, sadece ezberleyenin inancı olmaz’’ diyebilmiş bir milletiz. Dili olmayanın, düşüncesi de olmaz diyerek dil ve düşünce arasında çok sıkı bir bağ olduğunu görmüş, bu yüzden Türkçeye sahip çıkmış bir milletiz biz.

Türkçemiz gibi köklere dayalı, kendi kendini çoğaltabilen bir dille düşünce üretemezsek, sadece bize değil, insanlığa da yazık olur.

Türkçe gibi sadece iletişime yaramayan, tarihsel süreçte bir DÜŞÜNCE DİLİ haline gelmiş bir dile sahibiz.

Türkçeyi ve ona dayalı düşünmeyi hiç bırakmadan, bu dil ve düşünce zenginliğinden, bireysel ve toplumsal bir DÜŞÜNME ALIŞKANLIĞI oluşturmalıyız.

Düşünen Türkiye olma konusu, yeni aklımıza gelmiş bir konu değildir.

Toplumsal meselelerin içinde daha aktif olduğumuz yıllarda bu konunun üzerine çok gittik.

Çoktandır görmediğim eski dostum Tınaz Titiz ile kurduğumuz ve değişimli başkanlık yaptığımız Beyaz Nokta Vakfı ile; ‘’Ezbere Hayır!’’, ‘’Ezbersiz Eğitim’’ gibi kampanyalar yürüttük. Ezberlemeyi değil öğrenmeyi, öğrenmek için de düşünebilmeyi öne çıkarmaya çalıştık.

Çünkü bugün gibi, o gün de toplumsal meselelerdeki çözümün DÜŞÜNEN TÜRKİYE olmaktan geçtiğini biliyorduk.

Bu sayede; o yıllarda, bizim Milli Eğitim Politikamızı yürütenler ‘’Ezbersiz Eğitim’’ demeye başladılar.

O yıllarda Düşünme Eğitimi adlı bir yardımcı kitap bile Bakanlığın referans listesine girdi. Ama sadece o kadar. Daha öteye geçemedik.

Düşünme eğitimini, eğitim sistemimizin temeline koyup, bunu bir toplumsal alışkanlık haline getiremedik.

O zaman tam anlamıyla sonuç alamadığımız bu kavga; bugün, yarın ve daima toplumumuzun en önemli sorunu olarak önümüzde durmaktadır.  

Türkler; düşünce eğitimini yaşamlarının temeline koyarak, hep birlikte DÜŞÜNEN TÜRKİYE haline dönüşmelidir.

Bu süreçte Türkçemiz de düşünce dili olarak daha da gelişmeli, bu mükemmel dil ile düşünebilen ve sorun çözebilen bir toplum olmalıyız.

Bana göre; Türklerin geleceği her şeyden önce bu çabaya bağlıdır. Bu konuda çabalamayı hiçbir zaman bırakmamalıyız.

DÜŞÜNEN TÜRKİYE bizim sağlıklı bir geleceğe ulaşmak için tek yolumuzdur.

BUGÜN, TÜRKİYE’NİN ÖNÜNÜ TIKAYAN HER TÜRLÜ SORUNU, TÜRKİYE DIŞINDA ÜRETİLMİŞ KURTARICILAR DEĞİL, KİŞİLER, AHMET’LER, MEHMET’LER DEĞİL, DÜŞÜNEN BİR TÜRKİYE ÇÖZER.

Bu yola girmek için neredeyse artık hiç vaktimiz kalmadı.

Haydi daha fazla gecikmeyelim.

Haydi hep birlikte başlayalım.

Dr. Cemil Çakmaklı

(Şubat 2024, Ankara)