Aylık arşivler: Kasım 2020

FARKINA VARMAK VE YILBAŞINI, “DÜNYANIN DÖNGÜLERİNİ KORUMA GÜNÜ” OLARAK KUTLAMAK…

Yılbaşları ve diğer özel günler; modernite adına bireyselleşen ve birbirinden uzaklaşan insanları, birazcık da olsa birbirinize yaklaştıran, “hatırlanma” denilen şifanın servis edildiği güzel zamanlardır.

Bu güzel zamanlar eskiden; el öpülerek, kucaklaşılarak, enerji doğrudan aktarılarak kutlanırdı…

Sonra; kartpostallara, telefonlara kaldı kutlamalar… Ama yine de kişiye özeldi. Sonra dijital dönemde politikacıların ve reklamcıların samimiyetsiz, kişiden uzak toplu kutlama mesajları dönemi başladı… Gönderici odaklı, alıcının yok edildiği günler, bugünler geldi…

Ben kendimce ne böyle bir şey yaptım, ne de bunlara cevap verdim. Kutlamada birebir iletişimi hiç kaybetmedim… Aradım, arandıysam cevap verdim.

Bizim Türkmen örfünde, Beycuma Beylerinin kültüründe arama hiyerarşisi bellidir. Küçük arar, büyük cevaplar.

Çocukluğum ve gençliğim; gitmekle ve aramakla geçti… Hayli yaş aldım artık…Çaldığım kapılar, çalınan kapıya dönüştü, açtığım telefonlar, susmayan aramalara dönüştü…

Örfümün öğrettiği yoldan gittim. Ektiğimi biçiyorum, çoğaldığımı görüyorum. Aranmaktan keyifliyim mutluyum.

FARKINA VARMAK Yaşamın amacı; bilmek ve farkına varmaktır, diye öğretti bize sülale okulu… Bizim başöğretmen Az’zabla, Beybabamı, dayımı ve beni yani bizim üç kuşağı da yetiştiren Az’zabla “Bilen doğruyu yanlışı farkeder, farkeden de dölü farklı eder” derdi.

Fark etmenin önemini anlatırdı. Çalıştırır, denettirir, öğretirdi…

Bir sabah ışığında, ışığa gitti…

Gitmeden de; Ramazanın sağlıkla, Cumhuriyetin milletle, 23 Nisan’ın çocuklar üzerinden gelecekle ilişkisini ondan öğrendim. Sonra, öğrenmeyi öğrendim, farkındalıklarım arttı, özel günleri de fark etmeyi öğrendim.

Anneler gününü bir genetik enerji günü, MİTOKONDRİ günü olarak kutluyorum mesela… Yaşam enerjimin annemden geldiğinin farkındayım… Annemi gerekçeli olarak, farkında olarak seviyorum.

YILBAŞI FARKINDALIĞI Benim, “yıl ve yeni yıl farkındalığım” şöyledir. Bir kere giden yıl, gelen yıl yoktur. İçinde yaşadığımız ”Evimiz Dünya” ile enerji kaynağımız, varlık sebebimiz “Güneş” etrafında bir tur daha attık sadece… Hep olduğu gibi 4,5 Milyar yıldır olduğu gibi… Adına “yıl” dediğimiz bir tur daha attık. Malum; Dünyanın yaşı Zirkonyum Kristalleri üzerinde yapılan radyometrik tarihlendirme ile 4,5 Milyar yıl olarak tespit edildi.

Esas farkındalık şu: Biz birkaç yüz yıldır bu 4,5 Milyar yaşındaki dünyaya iyi davranmıyoruz. Deyim yerindeyse, ona; “farkına varmayarak ihanet” içindeyiz. Soyumuza mezar, bize yaşam, çocuklarımıza miras olan ve bildiğimiz yaratılmışların en güzeli olan bu “Evimiz Dünya” bir döngüsel sistem… Bu döngüsel sistem, zaman ölçülerimizin temeli aynı zamanda… Dünya Güneşin etrafında dönüyor “yıl” oluyor. Kendi etrafında dönüyor “gün“ oluyor. Sonra dünyanın içinde de her şey dönüyor. Hava dönüyor, su dönüyor, madde dönüyor… Bütün bunlar ”enerji”, yani enerji dönüyor.

BU DÖNGÜNÜN ADI YAŞAM… YAŞAM BİR ENERJİ DÖNGÜSÜ…Döngüleri tıkarsanız, döngü durursa yaşam da duracak…Dünya duracak, yani ne yıl kalacak ne de yılbaşı…Yani biz, yaşamın ve yaşadığımız yerin farkına varmadan dünyanın döngülerini tıkıyoruz. Yaşamı tehlikeye atıyoruz. Ürettiğimiz inorganikler, doğal olmayan, eriyip çürüyüp döngüye katılamayan plastiklerle, lastiklerle, kimyasal gübrelerle, kendini tekrar edemeyen tohumlarla, GDO’larla döngüyü tıkıyoruz…

Her canlının, her türün bir fonksiyonu var yaşamda…Türleri yok ederek, yaşam döngüsünün temeli ormanları yok ederek, havayı, suyu, toprağı kirleterek, yanlış enerji üreterek döngüyü tıkıyoruz.

Yanlış kasetler, paradigmalar koydular insanların kafasına. Durmadan gereksizce tüketiyoruz. Dünyanın Doğal kaynaklarını tüketiyoruz. Tüketimi bozulmuş bir dünya insanı var ve inanılmaz bir hızla artıyor bu insanların sayısı…

Hem de bozuk tüketim paradigmaları ile donanmış olarak artıyor. Tüketim paradigması bozulmuş en kötü millet A.B.D.’liler. Dünya nüfusu A.B.D.’li gibi yaşasa, dünya insanlara yetmiyor. Beş dünya daha lazım. İngiliz, Alman, Fransız gibi yaşasa, üç dünya daha lazım. Türk gibi yaşarsak insanlara 1,9 dünya lazım.

Ama başka dünya yok. Hiç değilse şimdilik.

Sözün özü, böyle giderse, kafalarımızı değiştirmezsek, dünyanın üretim ve tüketim sistemini değiştirmezsek, dünya döngüleri tıkanacak…

YAŞAM YOK OLACAK…KIYAMET DEYİN İSTERSENİZ, O KOPACAK…ARTIK “YIL”DA KALMAYACAK. KUTLAYACAK “YENİ YIL” DA KALMAYACAK…

BU YÜZDEN İŞTE; DÜNYAYI YANLIŞ KULLANDIĞIMIZIN FARKINA VARALIM. DÜNYANIN DÖNGÜLERİNİ TIKADIĞIMIZIN FARKINA VARALIM. BU FARKINDALIĞI PEKİŞTİRMEK İÇİN DE BUNDAN BÖYLE YILBAŞLARINI, “DÜNYANIN DÖNGÜLERİNİ KORUMA GÜNÜ” OLARAK KUTLAYALIM.

NE DERSİNİZ?

Dr. Cemil Çakmaklı

İlhan Cavcav

Dostum, Kardeşim. .

Tam yarım asır birlikte yaşadık..

Üretmek ve çoğaltmak ve bunu korkusuzca yapmak dostluğumuzun ortak paydası oldu hep..

Gen havzası Anadolu’da özgün buğday tohumlarının , Anadolu’nun en güzel kızı dediğin “Altınbaşak’ ın kaybolmaması için uğraştık, Ankara Sanayi Odasına üretime sahip çıkacak bir vizyon kazandırmak için çalıştık, ASOMEDYA’yı çıkardık, zarar etmeyen futbol işletmeciliği için kafa patlattık ve sessizce paylaştığımız bir sürü güzel şey yaşadık…

Seni herkes; “futbolcu bulucu ve değerlendirici” olarak biliyor.. Oysa sen önce çok iyi bir “fikir bulucu ve değerlendirici” idin.. Sadece sen gitmedin İlhan’cım, ortak yaşadığımız güzel şeyler de gitti..

Yani; “bizimiz” de gitti kardeşim..

Geride şakalaşmalar kaldı.. Geride; hep şakalaştığımız ” İ Liderlik” (İlhan Cavcav Liderliği ) araştırması kaldı..

Tanımı beğenmiştin hani.. “Korkmadan deneyen, yanlış çıkan denemeyi de korkmadan öldüren” liderliğe “İ Tipi Liderlik” diyorduk hani..

Şimdi ;çocuklarına ,futbol camiasına ve bize düşen senin adına bir “FUTBOL İŞLETMECİLİĞİ AKADEMİSİ” kurmaktır..

Senin yaptıklarını inceleyecek, araştıracak yazacak ve yaşatacak bir akademi.. Bir başka deyişle senin pratiğini herkes için teorileştirecek bir akademi..

Güle güle kardeşim, güle güle..

Yaşamın bize mirastır güle güle..

Dr. Cemil ÇAKMAKLI

” ANNEM GİTTİ, MİTOKONDRİSİ BENDE KALDI..”

Annem vefat etti, onu yıkadıktan, pakladık demir tabuta koyup Türkiye’ye uçakla getirdik.

Oğlunun üstüne,eşinin yanına toprağın içine sanki bir tohum eker gibi nazikçe,dualarla bıraktık..

Bir ömür bitti, annem gitti…

Ama onun mitokondrisi bende kaldı.

Benim hücremde, benim her hücremde annemin mitokondrisi var. Her nefes alışımda her kalp atışımda her elimi uzatışımda her düşüncenin başlangıcında, ne için enerji harcıyor bu vücudum işte orda annemin mitokondrisi var.

Annem gitti belki ama mitokondrisi bende kaldı.. İnsanın başlangıcı olan iki hücrenin yumurta olanı büyük ve zengindir.

İçinde bir hücrenin yaşaması, çoğalması, değişmesi için gerekli olan her şeye ve bir ömür gerekli olan enerjiyi üretecek mitokondriye sahiptir.

Mitokondri, hücreye enerji veren, canlı olmasını sağlayan organeldir ve babadan değil anneden gelir.

Anne her çocuğuna enerjisini verir, enerji üretme mekanizmasını verir.

Harcanan her enerji annenin çocuğuna verdiği mitokondri den gelir.

Dolayısıyla anneler vefat edebilir ama ölmez!!!

Biz farkında olmadan annelerimizi gizli bir şifre gibi her hücremizin içinde taşırız….mitokondri hücre içindeki organellerin en karmaşık ve ilginç olanlarından biri. .

Hem enerji üretir, hem hücreyi ölümlerden korur, bölünür, çoğalır, hücre içinde dolaşır, nerde enerji lazımsa oraya gider..

Hücre içinde sanki annemiz gibi çalışmaya devam eder. Ve her kadın mitokondrisini çocuğuna armağan eder.

“Gördüğünüz gibi,Hande Özdinler’in dediği gibi genetik biliminin dediği gibi; ANNEMİZ İÇİMİZDE. .

Yaşamamız, çoğalmamız, ďüşünmemiz ve bilmemiz için bizimle birlikte..

KENDİSİNİ EZBERE DEĞİL ,BİLEREK SEVMEMİZE BEKLİYOR..

Fısıltısını duyuyor musunuz ?

“SEVMEK İÇİN BİLMEK GEREK” diyor…

Unutmayalım.. “Anne” bir birey değil, insanlığın temeli..

Evreni döndüren enerjinin temeli.

O; bir günün değil bütün zamanların gerçeği..

Dr.Cemil ÇAKMAKLI

Alıntılar

Pek çok” alıntı” geliyor hepimize..

Bazıları çok degerli ..

Ben, rastgele alıntıları pek sevmiyorum..

Ancak ; kendisine emek vermiş, emekle , terle,zahmetle “kendisi olmuş” insanlardan alıntılar hariç tabii..

Bu ; ” kendisi olmak ” üzerine eskiden de düşünmüşüm ve yayınlanmamış yazıların arasına atmışım…

Şimdi onu, — ilgilenen dostlar için–paylaşıyorum.

KENDİNİZ OLMAK…

Yaşayabilmek için ilkin, Kendinizin farkına varmalısınız, Kendiniz olmalısınız…

Ama ,ancak; Deneylerimiz çoğaldıkça, Gözlemlerimiz arttıkça, Gözümüz açıldıkça, Ezbere kitap değil, Hayatı okudukça, Farkına varıyorsun birşeylerin, Farkına varıyorsun kendinin…

Sonra,Düşünce özgürleşiyor,Değer yargıları özgünleşiyor, Kendi değerlerinizle tanışıyorsunuz…

Onun bunun değerleriyle yaşamayı bırakıp, Yani; ikinci el yaşamayı bırakıp, Kendinizi yaşamaya başlıyorsunuz…

İşte, böyle böyle, Ezbere değil, Deneyle ,gözlemle, Hayatı okuyarak, Okuduklarınızı düşünerek, Farkına varıyorsunuz kendinizin, KENDİNİZ OLUYORSUNUZ…

Ve ancak böyle ;Kolayca değil, Emekle, terle, zahmetle, KENDİNİZ OLUYORSUNUZ. ..

Dr.Cemil ÇAKMAKLI Aralik/2004 –İstanbul

VY CANIS MAJORİS

VAY CANINA..VY CANIS MAJORİS. .

İnsanların güneşi,düşünmektir,bilmektir,bilinçtir…

Toplumların güneşi, bağımsızlıktır, özgürlüktür,Cumhuriyet’tir. ..

Bizim galaksinin günesi, GÜNEŞ’ TİR…

EVRENİN GÜNEŞİ VY CANIS MAJORIS’ DİR..

Hiçbir dilde onu anlatacak kelime yok…

Muazzam,devasa vs, gibi tüm kavramlar yetersiz onu tanımlamak için. ..

Bir şey diyemiyorum onun karşısında. .

Sadece ; HADDİMİZİ BİLELİM diyorum..

HADDİMİZİ BİLELİM…

DÖNGÜ

HATIRLAYIN..Nerde dönerek danseden insanlar görürseniz, evrende herşeyin döndüğünü hatırlayın.. O dönerek danseden insanların bu döngü bilincine ulaştığını hatırlayın..Bilimin ulaştığı bu gerçeğe bu insanların ulaştığını hatırlayın.. Bu insanların bilimi sosyalize ettiğini,bilimsel bilgiyi dansa dönüştürdüğünü hatırlayın.. Mevlevi döngüsünün,Bektaşi döngüsünün,Ķızılderili döngüsünün aynı kökten, aynı genden beslendiğini hatırlayın..Türk’ü hatırlayın,Türklüğü hatırlayın.. Türklerin bugünün bilimsel bilgilerine, yani yaşamın bir döngü olduğu bilincine en erken ulaşan topluluk olduğu gerçeğini hatırlayın..HATIRLAYIN VE ÖĞÜNÜN…

GÜLE GÜLE ŞÜKRÜ KIZILOT GÜLE GÜLE DOSTUM GÜLE GÜLE…

Herkes ayrı bi şey söyler Ankara için..

Seveni vardır,söveni vardır,

Şöyledir,böyledir; ileridir, geridir…

Ama benim için Ankara, Dost kazanma yeridir…

Hiçbir yerde bulamazsın, Ankara dostlarını, Ankara dostluğunu..

ŞÜKRÜ KIZILOT’ la da, Ankara’da tanıştık, Ankara’da dost olduk…

O gerçekten bilen bir bilim adamıydı, ama çok ve çok iyi yazardı..

YAZMAK OKUTMAKDIR..

Çoğu yazar okutamaz, Şükrü; okutan yazardı…

O “mevzuat” denilen demir leblebiyi, yenilir, yutulur, okunur hale getiren, bir usta yazardı.

Bir de; çok güzel kravatlar ve mendiller takardı…

O halk için bir “mevzuat tercümanı”ydı..

O GİTTİ, O IŞIK OLDU…

Mevzuat tercümansız kaldı,

Biz onsuz kaldık…

GÜLE GÜLE DOSTUM…

GÜLE GÜLE..

Dr.Cemil ÇAKMAKLI

ÜNAL ÇAKMAKLI’YA AĞITVE TÜRKMEN DELİLERİ…

Ateş bu defa genlerimize düştü…Bizim genetik yapının özgün örneklerinden birini, Ünal ÇAKMAKLI’yı kaybettik.

Bütün Zonguldak’ın katıldığı bir törenle , göz yaşları ve ağıtlarla defnettik onu…

Bizim Çakmak-lı’lar, Kayı boyundan Çakmak oymağından geliyorlar. Kayıların yani Osmanoğullarının kavgalarının içinde Anadolunun orasına burasına yerleşmişler. Ama bin yıldır, Çakmak oymağına ait anlamına gelen Çakmak-lı soyadını kaybetmemişler, sürdürmüşler. Bilinen o ki; Çakmak-lı’lar ; Anadoluyu fetheden Osmanlı ordusunda ‘’Deliler Birliği’’denilen öncü birliklerin savaşçılarıymış…

Fatih’in İstanbulu fethinden sonra, Batı Karadenizi ve Amasrayı fethi esnasında da onun ‘’Deliler Birliği Savaşçıları ‘’ olarak Zonguldak’a inmişler ve fethin bekçisi olarak ,diğer Türkmen oymaklarıyla birlikte buralarda kalmışlar ve 550 yıldır üreyip çoğalarak örfleri ve adetleri ile soylarının adını taşıyan köyleri ile bu bölgeyi Türkmenleştirmişler.

Bu yüzden; Zonguldak kırsalının ,Devreğinin , Çaycumanın , Beycumanın, Yenicenin , Safranbolunun , Ereğilinin, Bartının yani tüm Filyos Vadisi halkının tamamı neredeyse Türkmen yurdudur. ‘’Türkler barışın velisi, savaşın delisidir’’ denilir ya…

Aslında ‘’delilik’’ bir ordu kurumudur Türklerde. Osmanlı ordusunda da o çok bilinen devşirme Yeniçeri Ocağından çok önce; Osmanlı ordusunun ilk ve en önemli birliği ‘’Deliler Ocağı’’dır. Güçlü, iri , korkusuz, Türklük için ölümü şerbet sayan bir ordu birliğidir ‘’Deliler Ocağı’’….

Ancak; Türk Devletlerinin tarihinde sıkça görüldüğü gibi Osmanlı da Türklük özünden uzaklaştırılmış, ‘’Deliler Ocağı ’’ dağıtılmış, unutturulmuş, yerine devşirme Yeniçeri Ocağı getirilmiş, daha sonra da bu Yeniçeriler Osmanlının zayıflama ve yıkılma sebeplerinden biri olmuştur. İşte ; Çakmak-lı’lar, ’’Deliler Ocağı’’nda yetişmiş ve savaşmış ve deliliği rütbe sayan bir soydan geliyorlar. Bu yüzden bizim soyda; güçlü, iri , korkusuz ve her şartta soyu ve örfü koruyanlara ‘’deli’’ unvanı verilir.Deli Mustafa, Deli Hüseyin, Deli Ünal bizim son üç delimizdir. Onlar modernize olmuş, çağa uymuş ama genetik özünü kaybetmemiş delilerimizdir bizim. Ünal ÇAKMAKLI, Ünal Abi, Deli Ünal bizim soyun övünç kaynaklarından biridir. Yurtdışında ve Türkiyede okumuş, Avukat olmuş , Zonguldak Sporuna ve Siyasetine damga vurmuş bir ‘’Türkmen Delisi’’dir o…

O, hep veren hiç almayandı .

O, yoksula ağlayan, haksıza saldırandı.

O ,derin duygusallığını ve coşkun korkusuzluğu aynı bedene sığdırandı.

O , bütün ömrünü geçirdiği Zonguldak’a sevdalıydı.

Sen rahat uyu Ünal Abi. Sen rahat uyu …

Senin bütün güzel özelliklerini ve Zonguldak sevdanı yaşatacağız.

Sen rahat uyu Ünal Abi. Sen rahat uyu…

‘’Aşkıyla, tutkusuyla bir deliyi deli eden kadın ‘’ dediğin , beşikten mezara yoldaşın, eşin Leyla Abla bize emanettir.

Tamam da… Ben ne yapacağım , ben?Ömrümce arkamda duran, en sıkıştığım zamanlarda;

‘’Biz Çakmaklı’yız ulan, Biz Türk Delisiyiz…Eğrimiz yok, Korkumuz yok… Yürü ulan, yürü ’’ diye telefonlarda onun dediği gibi- ‘’yüksek volümlü deli gazını ‘’kim verecek bana …

Kim? Ömrümce her gün, ama her gün kim arayacak beni? Kim?

BEKİR COŞKUN VE ANDRE’NİN PUSULALARI

O yıllarda; 60’larda 70’lerde Ankara’da biz gazete okumaya ihtiyaç duymazdık. Çünkü gazeteciler ile yaşardık.

Muammer Yaşar Bostancı, Orhan Tokatlı, Ertan Karasu, Can Pulak, Yavuz Donat ve Bekir Coşkun’la yaşar, adeta baskıdan önce gazete okur, manşetleri akşamdan bilirdik.

Bu güzel adamların tam yarısı gitti.En son Bekir gitti…

Bekir’i kaybetmenin şaşkınlığını atamıyorum üzerimden…İnanamıyorum, uyuyamıyorum, arkasından iki satır yazamıyorum. Aklımla elimin bağı koptu sanki, iki gündür yazamıyorum.

Akşamüstü saat 5’ten sonra yaşamaya başlar Ankara… Ankara akşamüstleri sevmeye zorlar insanı, dost eder insanları…

Bizde Bekir’le Ankara’nın akşamüstü dostuyuz. O akşamüstlerinde buluştuk, düşündük, peek çok şey konuştuk.İnsan konuştuk, doğa konuştuk, Atatürk konuştuk…

Oturduk konuştuk, kalktık konuştuk, seyahat ettik konuştuk, konferanslara gittik konuştuk.Bir Budapeşte seyahatinde aynı odayı paylaştık onunla.

Elbiseleri astık, valizleri koyduk ortaya…Bekir valizden her bir şey aldığında, gömlekten, kazaktan, çoraptan, her ama her giysisinin içinden bir küçük beyaz pusula çıkıyordu mutlaka. Bekir, pusulalara bakıyor, her defasında yüzü genişliyor ve gülümsüyordu. Açıkladı sonra… ‘’Andre’nin sevgi pusulaları bunlar… Benim valizimi hazırlarken o, her giysimin içine koyar bunları; her bir pusulada biraz espri, ama çokça sevgi vardır. O beni hiç ilgisiz, hiç sevgisiz bırakmadı, bırakmaz, seyahatte bile ‘’ dedi Bekir.

O anda anladım…Bekir’in dağıta dağıta bitiremediği sevgisinin kaynağını anladım. Onda ki insan sevgisinin, doğa sevgisinin, Atatürk sevgisinin kaynağını anladım. Bir güzel Fransız, bir mükemmel Urfalıya; dağıtsın diye herkese, her zaman, her yerde, seyahatte bile sevgi yüklüyordu. Ona yüklenen bu sevgi; galiba enerjiye dönüşüyor, her yere, herkese ulaşıyordu. Sevginin Enerji olduğunu biliyordu Bekir. Bu enerji ile herkesi seviyor, herkese kendini sevdiriyor, Dünya’yı böyle güzel, böyle mükemmel döndürüyordu Bekir.

Bu enerjiyle; açık açık, gümbür gümbür, döne döne yazdı Bekir.

Korkmadan, yılmadan, ucuzlamadan yazdı Bekir…

Enerjisini, sevgisini, bize bıraktı gitti Bekir.

Pırıl pırıl gitti, ışık gibi gitti Bekir.

Güle güle kardeşim güle güle… Görüşmek üzere…

SAYIN ERTAN KARASU, ERTAN BEY, ERTAN, ERTAN’IM…

Ertan Karasu, Doğan Kasaroğlu, Tekin Gürzumar; TRT demekti o yıllarda. Başka kanal yoktu ve Türkiye onlarla yaşadı rekabetsiz ama sorumlu iletişimi.

Ertan Karasu ile o yıllarda tanıştık. Sayın Karasu diye başladık, Ertan’ım diye bitirdik elli yılı…

Tanışıklık; arkadaşlığa, dostluğa ve nihayet candaşlığa dönüştü elli yılda…

Daha geçenlerde buluştuk, uzun uzun konuştuk, gülüştük. Sonra ‘’Cemil’im, arayı açmayalım, yalnızlığın ekmeğine yağ sürmeyelim’’ diye uğurladı beni.

Bu sabah; daha geçen gün buluştuk, olamaz, yanlış haberdir diye sarıldım telefona, Mehmet açtı; ‘’Cemil amca’’ dedi. ‘’Gitti babam’’ dedi, başkada bir şey diyemedi, boşaldı…

Baş döndü, dünya karardı, gözyaşları aktı kendiliğinden.

Çaresizliğin çare olduğu zamandı, yapılacak hiç bir şey yoktu…

Ertan yalnızlığın ekmeğine yağ sürmüştü…

Ertan gitmişti…

Ama Ertan yalnız gitmedi… Bir ömür biriktirdiği bilgeliği, kaliteyi, erdemli insanlığı da götürdü yanı sıra…

Onun bilgeliğinden, erdeminden, insanlığından ne takıldıysa bizim kuru çalıya, mirasımızdır. Toplanıp eğrilecek, dokunup yaşatılacaktır.

Güle güle kardeşim…

Güle güle Ertan’ım…