Cemil Çakmaklı tarafından yazılmış tüm yazılar

Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

Cemil Çakmaklı hakkında

Doktor Cemil Çakmaklı Kişisel Bloğu

” ANNEM GİTTİ, MİTOKONDRİSİ BENDE KALDI..”

Annem vefat etti, onu yıkadıktan, pakladık demir tabuta koyup Türkiye’ye uçakla getirdik.

Oğlunun üstüne,eşinin yanına toprağın içine sanki bir tohum eker gibi nazikçe,dualarla bıraktık..

Bir ömür bitti, annem gitti…

Ama onun mitokondrisi bende kaldı.

Benim hücremde, benim her hücremde annemin mitokondrisi var. Her nefes alışımda her kalp atışımda her elimi uzatışımda her düşüncenin başlangıcında, ne için enerji harcıyor bu vücudum işte orda annemin mitokondrisi var.

Annem gitti belki ama mitokondrisi bende kaldı.. İnsanın başlangıcı olan iki hücrenin yumurta olanı büyük ve zengindir.

İçinde bir hücrenin yaşaması, çoğalması, değişmesi için gerekli olan her şeye ve bir ömür gerekli olan enerjiyi üretecek mitokondriye sahiptir.

Mitokondri, hücreye enerji veren, canlı olmasını sağlayan organeldir ve babadan değil anneden gelir.

Anne her çocuğuna enerjisini verir, enerji üretme mekanizmasını verir.

Harcanan her enerji annenin çocuğuna verdiği mitokondri den gelir.

Dolayısıyla anneler vefat edebilir ama ölmez!!!

Biz farkında olmadan annelerimizi gizli bir şifre gibi her hücremizin içinde taşırız….mitokondri hücre içindeki organellerin en karmaşık ve ilginç olanlarından biri. .

Hem enerji üretir, hem hücreyi ölümlerden korur, bölünür, çoğalır, hücre içinde dolaşır, nerde enerji lazımsa oraya gider..

Hücre içinde sanki annemiz gibi çalışmaya devam eder. Ve her kadın mitokondrisini çocuğuna armağan eder.

“Gördüğünüz gibi,Hande Özdinler’in dediği gibi genetik biliminin dediği gibi; ANNEMİZ İÇİMİZDE. .

Yaşamamız, çoğalmamız, ďüşünmemiz ve bilmemiz için bizimle birlikte..

KENDİSİNİ EZBERE DEĞİL ,BİLEREK SEVMEMİZE BEKLİYOR..

Fısıltısını duyuyor musunuz ?

“SEVMEK İÇİN BİLMEK GEREK” diyor…

Unutmayalım.. “Anne” bir birey değil, insanlığın temeli..

Evreni döndüren enerjinin temeli.

O; bir günün değil bütün zamanların gerçeği..

Dr.Cemil ÇAKMAKLI

Alıntılar

Pek çok” alıntı” geliyor hepimize..

Bazıları çok degerli ..

Ben, rastgele alıntıları pek sevmiyorum..

Ancak ; kendisine emek vermiş, emekle , terle,zahmetle “kendisi olmuş” insanlardan alıntılar hariç tabii..

Bu ; ” kendisi olmak ” üzerine eskiden de düşünmüşüm ve yayınlanmamış yazıların arasına atmışım…

Şimdi onu, — ilgilenen dostlar için–paylaşıyorum.

KENDİNİZ OLMAK…

Yaşayabilmek için ilkin, Kendinizin farkına varmalısınız, Kendiniz olmalısınız…

Ama ,ancak; Deneylerimiz çoğaldıkça, Gözlemlerimiz arttıkça, Gözümüz açıldıkça, Ezbere kitap değil, Hayatı okudukça, Farkına varıyorsun birşeylerin, Farkına varıyorsun kendinin…

Sonra,Düşünce özgürleşiyor,Değer yargıları özgünleşiyor, Kendi değerlerinizle tanışıyorsunuz…

Onun bunun değerleriyle yaşamayı bırakıp, Yani; ikinci el yaşamayı bırakıp, Kendinizi yaşamaya başlıyorsunuz…

İşte, böyle böyle, Ezbere değil, Deneyle ,gözlemle, Hayatı okuyarak, Okuduklarınızı düşünerek, Farkına varıyorsunuz kendinizin, KENDİNİZ OLUYORSUNUZ…

Ve ancak böyle ;Kolayca değil, Emekle, terle, zahmetle, KENDİNİZ OLUYORSUNUZ. ..

Dr.Cemil ÇAKMAKLI Aralik/2004 –İstanbul

VY CANIS MAJORİS

VAY CANINA..VY CANIS MAJORİS. .

İnsanların güneşi,düşünmektir,bilmektir,bilinçtir…

Toplumların güneşi, bağımsızlıktır, özgürlüktür,Cumhuriyet’tir. ..

Bizim galaksinin günesi, GÜNEŞ’ TİR…

EVRENİN GÜNEŞİ VY CANIS MAJORIS’ DİR..

Hiçbir dilde onu anlatacak kelime yok…

Muazzam,devasa vs, gibi tüm kavramlar yetersiz onu tanımlamak için. ..

Bir şey diyemiyorum onun karşısında. .

Sadece ; HADDİMİZİ BİLELİM diyorum..

HADDİMİZİ BİLELİM…

DÖNGÜ

HATIRLAYIN..Nerde dönerek danseden insanlar görürseniz, evrende herşeyin döndüğünü hatırlayın.. O dönerek danseden insanların bu döngü bilincine ulaştığını hatırlayın..Bilimin ulaştığı bu gerçeğe bu insanların ulaştığını hatırlayın.. Bu insanların bilimi sosyalize ettiğini,bilimsel bilgiyi dansa dönüştürdüğünü hatırlayın.. Mevlevi döngüsünün,Bektaşi döngüsünün,Ķızılderili döngüsünün aynı kökten, aynı genden beslendiğini hatırlayın..Türk’ü hatırlayın,Türklüğü hatırlayın.. Türklerin bugünün bilimsel bilgilerine, yani yaşamın bir döngü olduğu bilincine en erken ulaşan topluluk olduğu gerçeğini hatırlayın..HATIRLAYIN VE ÖĞÜNÜN…

GÜLE GÜLE ŞÜKRÜ KIZILOT GÜLE GÜLE DOSTUM GÜLE GÜLE…

Herkes ayrı bi şey söyler Ankara için..

Seveni vardır,söveni vardır,

Şöyledir,böyledir; ileridir, geridir…

Ama benim için Ankara, Dost kazanma yeridir…

Hiçbir yerde bulamazsın, Ankara dostlarını, Ankara dostluğunu..

ŞÜKRÜ KIZILOT’ la da, Ankara’da tanıştık, Ankara’da dost olduk…

O gerçekten bilen bir bilim adamıydı, ama çok ve çok iyi yazardı..

YAZMAK OKUTMAKDIR..

Çoğu yazar okutamaz, Şükrü; okutan yazardı…

O “mevzuat” denilen demir leblebiyi, yenilir, yutulur, okunur hale getiren, bir usta yazardı.

Bir de; çok güzel kravatlar ve mendiller takardı…

O halk için bir “mevzuat tercümanı”ydı..

O GİTTİ, O IŞIK OLDU…

Mevzuat tercümansız kaldı,

Biz onsuz kaldık…

GÜLE GÜLE DOSTUM…

GÜLE GÜLE..

Dr.Cemil ÇAKMAKLI

ÜNAL ÇAKMAKLI’YA AĞITVE TÜRKMEN DELİLERİ…

Ateş bu defa genlerimize düştü…Bizim genetik yapının özgün örneklerinden birini, Ünal ÇAKMAKLI’yı kaybettik.

Bütün Zonguldak’ın katıldığı bir törenle , göz yaşları ve ağıtlarla defnettik onu…

Bizim Çakmak-lı’lar, Kayı boyundan Çakmak oymağından geliyorlar. Kayıların yani Osmanoğullarının kavgalarının içinde Anadolunun orasına burasına yerleşmişler. Ama bin yıldır, Çakmak oymağına ait anlamına gelen Çakmak-lı soyadını kaybetmemişler, sürdürmüşler. Bilinen o ki; Çakmak-lı’lar ; Anadoluyu fetheden Osmanlı ordusunda ‘’Deliler Birliği’’denilen öncü birliklerin savaşçılarıymış…

Fatih’in İstanbulu fethinden sonra, Batı Karadenizi ve Amasrayı fethi esnasında da onun ‘’Deliler Birliği Savaşçıları ‘’ olarak Zonguldak’a inmişler ve fethin bekçisi olarak ,diğer Türkmen oymaklarıyla birlikte buralarda kalmışlar ve 550 yıldır üreyip çoğalarak örfleri ve adetleri ile soylarının adını taşıyan köyleri ile bu bölgeyi Türkmenleştirmişler.

Bu yüzden; Zonguldak kırsalının ,Devreğinin , Çaycumanın , Beycumanın, Yenicenin , Safranbolunun , Ereğilinin, Bartının yani tüm Filyos Vadisi halkının tamamı neredeyse Türkmen yurdudur. ‘’Türkler barışın velisi, savaşın delisidir’’ denilir ya…

Aslında ‘’delilik’’ bir ordu kurumudur Türklerde. Osmanlı ordusunda da o çok bilinen devşirme Yeniçeri Ocağından çok önce; Osmanlı ordusunun ilk ve en önemli birliği ‘’Deliler Ocağı’’dır. Güçlü, iri , korkusuz, Türklük için ölümü şerbet sayan bir ordu birliğidir ‘’Deliler Ocağı’’….

Ancak; Türk Devletlerinin tarihinde sıkça görüldüğü gibi Osmanlı da Türklük özünden uzaklaştırılmış, ‘’Deliler Ocağı ’’ dağıtılmış, unutturulmuş, yerine devşirme Yeniçeri Ocağı getirilmiş, daha sonra da bu Yeniçeriler Osmanlının zayıflama ve yıkılma sebeplerinden biri olmuştur. İşte ; Çakmak-lı’lar, ’’Deliler Ocağı’’nda yetişmiş ve savaşmış ve deliliği rütbe sayan bir soydan geliyorlar. Bu yüzden bizim soyda; güçlü, iri , korkusuz ve her şartta soyu ve örfü koruyanlara ‘’deli’’ unvanı verilir.Deli Mustafa, Deli Hüseyin, Deli Ünal bizim son üç delimizdir. Onlar modernize olmuş, çağa uymuş ama genetik özünü kaybetmemiş delilerimizdir bizim. Ünal ÇAKMAKLI, Ünal Abi, Deli Ünal bizim soyun övünç kaynaklarından biridir. Yurtdışında ve Türkiyede okumuş, Avukat olmuş , Zonguldak Sporuna ve Siyasetine damga vurmuş bir ‘’Türkmen Delisi’’dir o…

O, hep veren hiç almayandı .

O, yoksula ağlayan, haksıza saldırandı.

O ,derin duygusallığını ve coşkun korkusuzluğu aynı bedene sığdırandı.

O , bütün ömrünü geçirdiği Zonguldak’a sevdalıydı.

Sen rahat uyu Ünal Abi. Sen rahat uyu …

Senin bütün güzel özelliklerini ve Zonguldak sevdanı yaşatacağız.

Sen rahat uyu Ünal Abi. Sen rahat uyu…

‘’Aşkıyla, tutkusuyla bir deliyi deli eden kadın ‘’ dediğin , beşikten mezara yoldaşın, eşin Leyla Abla bize emanettir.

Tamam da… Ben ne yapacağım , ben?Ömrümce arkamda duran, en sıkıştığım zamanlarda;

‘’Biz Çakmaklı’yız ulan, Biz Türk Delisiyiz…Eğrimiz yok, Korkumuz yok… Yürü ulan, yürü ’’ diye telefonlarda onun dediği gibi- ‘’yüksek volümlü deli gazını ‘’kim verecek bana …

Kim? Ömrümce her gün, ama her gün kim arayacak beni? Kim?

BEKİR COŞKUN VE ANDRE’NİN PUSULALARI

O yıllarda; 60’larda 70’lerde Ankara’da biz gazete okumaya ihtiyaç duymazdık. Çünkü gazeteciler ile yaşardık.

Muammer Yaşar Bostancı, Orhan Tokatlı, Ertan Karasu, Can Pulak, Yavuz Donat ve Bekir Coşkun’la yaşar, adeta baskıdan önce gazete okur, manşetleri akşamdan bilirdik.

Bu güzel adamların tam yarısı gitti.En son Bekir gitti…

Bekir’i kaybetmenin şaşkınlığını atamıyorum üzerimden…İnanamıyorum, uyuyamıyorum, arkasından iki satır yazamıyorum. Aklımla elimin bağı koptu sanki, iki gündür yazamıyorum.

Akşamüstü saat 5’ten sonra yaşamaya başlar Ankara… Ankara akşamüstleri sevmeye zorlar insanı, dost eder insanları…

Bizde Bekir’le Ankara’nın akşamüstü dostuyuz. O akşamüstlerinde buluştuk, düşündük, peek çok şey konuştuk.İnsan konuştuk, doğa konuştuk, Atatürk konuştuk…

Oturduk konuştuk, kalktık konuştuk, seyahat ettik konuştuk, konferanslara gittik konuştuk.Bir Budapeşte seyahatinde aynı odayı paylaştık onunla.

Elbiseleri astık, valizleri koyduk ortaya…Bekir valizden her bir şey aldığında, gömlekten, kazaktan, çoraptan, her ama her giysisinin içinden bir küçük beyaz pusula çıkıyordu mutlaka. Bekir, pusulalara bakıyor, her defasında yüzü genişliyor ve gülümsüyordu. Açıkladı sonra… ‘’Andre’nin sevgi pusulaları bunlar… Benim valizimi hazırlarken o, her giysimin içine koyar bunları; her bir pusulada biraz espri, ama çokça sevgi vardır. O beni hiç ilgisiz, hiç sevgisiz bırakmadı, bırakmaz, seyahatte bile ‘’ dedi Bekir.

O anda anladım…Bekir’in dağıta dağıta bitiremediği sevgisinin kaynağını anladım. Onda ki insan sevgisinin, doğa sevgisinin, Atatürk sevgisinin kaynağını anladım. Bir güzel Fransız, bir mükemmel Urfalıya; dağıtsın diye herkese, her zaman, her yerde, seyahatte bile sevgi yüklüyordu. Ona yüklenen bu sevgi; galiba enerjiye dönüşüyor, her yere, herkese ulaşıyordu. Sevginin Enerji olduğunu biliyordu Bekir. Bu enerji ile herkesi seviyor, herkese kendini sevdiriyor, Dünya’yı böyle güzel, böyle mükemmel döndürüyordu Bekir.

Bu enerjiyle; açık açık, gümbür gümbür, döne döne yazdı Bekir.

Korkmadan, yılmadan, ucuzlamadan yazdı Bekir…

Enerjisini, sevgisini, bize bıraktı gitti Bekir.

Pırıl pırıl gitti, ışık gibi gitti Bekir.

Güle güle kardeşim güle güle… Görüşmek üzere…

SAYIN ERTAN KARASU, ERTAN BEY, ERTAN, ERTAN’IM…

Ertan Karasu, Doğan Kasaroğlu, Tekin Gürzumar; TRT demekti o yıllarda. Başka kanal yoktu ve Türkiye onlarla yaşadı rekabetsiz ama sorumlu iletişimi.

Ertan Karasu ile o yıllarda tanıştık. Sayın Karasu diye başladık, Ertan’ım diye bitirdik elli yılı…

Tanışıklık; arkadaşlığa, dostluğa ve nihayet candaşlığa dönüştü elli yılda…

Daha geçenlerde buluştuk, uzun uzun konuştuk, gülüştük. Sonra ‘’Cemil’im, arayı açmayalım, yalnızlığın ekmeğine yağ sürmeyelim’’ diye uğurladı beni.

Bu sabah; daha geçen gün buluştuk, olamaz, yanlış haberdir diye sarıldım telefona, Mehmet açtı; ‘’Cemil amca’’ dedi. ‘’Gitti babam’’ dedi, başkada bir şey diyemedi, boşaldı…

Baş döndü, dünya karardı, gözyaşları aktı kendiliğinden.

Çaresizliğin çare olduğu zamandı, yapılacak hiç bir şey yoktu…

Ertan yalnızlığın ekmeğine yağ sürmüştü…

Ertan gitmişti…

Ama Ertan yalnız gitmedi… Bir ömür biriktirdiği bilgeliği, kaliteyi, erdemli insanlığı da götürdü yanı sıra…

Onun bilgeliğinden, erdeminden, insanlığından ne takıldıysa bizim kuru çalıya, mirasımızdır. Toplanıp eğrilecek, dokunup yaşatılacaktır.

Güle güle kardeşim…

Güle güle Ertan’ım…

AHMET SAMSUNLU’NUN ARDINDAN ZONGULDAK İÇİN TEŞEKKÜR


Toprak bizim kuşağı çağırıyor…
Her gün bir acı, her gün bir kayıp ….
Bekir Coşkun’un ardı sıra Ragıp Buluç ve Mesut Yılmaz gibi dostlarımı kaybettim…
Bugün de Ahmet Samsunlu ayrıldı aramızdan.
Hepsi ile pek çok yaşanmışlığım vardı, ama Bekir’den sonrasına elim gitmedi yazmaya.
Ahmet Samsunlu’nun benim memleketime Zonguldak’a katkısı çok. Bir Zonguldaklı olarak, o katkılara vefa borcum var. Ardından bir teşekkür göndermezsem vefasız olurum, borçlu kalırım. Bu yüzden, içim yana yana bu teşekkür yazısını yazıyorum.
Ahmet’in soyadı Samsunlu, kendisi Çorumlu ve de o bir Zonguldak gönüllüsü…
Biz Ahmet ile Kurucu Mecliste tanıştık, aynı komisyonlarda görev yaptık, dost olduk.
O çok birikimli, çok özel vasıfları olan bir Ahıska Türkü idi.
Almanya’da mühendislik okumuş ve akademik çalışmalarıyla profesör olmuş, kısaca kendisine çok emek vermiş bir insandı.
O dönem 44.hükümette İmar İskan Bakanı oldu.
Yine o günlerde, 7 Mart 1983te Zonguldak Kandilli’de madenlerin ve madencilerin gördüğü en büyük grizu felaketlerinden birini yaşadık. Tam 103 madenci şehit oldu. Başta başbakan Ulusu, hepimiz Kandillideydik.
O tabutlar, o 103 tabut Kandilliye ve vicdanlara sığmadı.
Herkes ağladı, yer gök bile ağladı, tüm yürekler dağlandı…
Oradaki toplu acı, en çok da kibarlık ve duyarlılık sembolü Başbakan Ulusu’yu etkiledi.
Döner dönmez galiba güvendiği ve sevdiği iki insanı, o zamanki İmar İskan Bakanı Ahmet Samsunlu’yu ve beni çağırdı. ‘’Söyler misiniz? Ne yapalım? Nasıl yapalım? Bu kömürü, insan kaybetmeden toprağın altından nasıl çıkaralım?’’ dedi.
Bende; ‘’Sayın Başbakanım kömürü değil, insanı çıkaralım toprağın altından. Alternatif istihdam alanları yaratalım Zonguldakta, sanırım en doğru ve kömürün geleceğine de en uygun çözüm bu.’’ dedim.
Bülent Ulusu; o acılı ama hala kibar haliyle bakanı Ahmet Samsunlu’ya ‘’Siz ne düşünüyorsunuz Ahmet bey.’’ dedi.
Ahmet Samsunlu’da: ‘’ Sayın Başbakanım biz bölgeyi ve kömürü çok iyi bilen Cemil Bey ile yol boyu konuştuk. Bende aynı fikirdeyim. Zonguldakta alternatif istihdam alanları oluşturmalıyız. Bölgede; bu alan için Türkiye’nin 26 havzasından biri olan Filyos Vadisi çok uygun duruyor. Müsaade ederseniz bu vadiyi yeniden planlayıp, size somut önerilerle gelelim’’ dedi.
Sayın Ulusu ‘’Vakit kaybetmeyelim, hadi size kolay gelsin.’’ dedi ve bizi görevlendirdi.
İmar İskan Bakanlığında, başta Bakan Ahmet Samsunlu, müsteşarı Melih bey ve diğer bakanlık üst düzey yöneticileriyle aylarca, geceler dahil çalıştık. Bir sürü alternatifi değerlendirdik. Sonunda; İç Anadoluyu ve Ankara’yı Filyos Vadisine, Filyos vadisini de ucundaki bir limanla, diğer Karadeniz ülkeleri limanlarına ve özellikle Köstence limanına, oradan da Tuna su yoluyla, Avrupa’nın içlerine, ta Hamburg’a kadar ulaştırabilecek bir çerçeve çıktı ortaya. Bu çerçeve içinde Zonguldağın Filyos Vadisi’nde kirletici olmayan bir endüstri bölgesi oluşturarak Zonguldağın insanını kömürden yani yer altından, yer üstüne çıkaracak bir yeni istihdam projesi amaçlandı. Diğer yandan Zonguldak içinde Filyos Vadisini, Ereğli’ye, Karabük’e, Bartın’a ve özellikle hızlı bir yük treni ulaşımıyla Ankara’ya bağlayacak bir ulaştırma planı tasarlandı. Filyos Vadisinin ucunda bir liman planlandı. İlgili bütün bakanlıklara görev verildi. Yatırımlar bütçelere konuldu.
Sayın Ulusu; her aşamasında bu projeyi izledi. Ama en önemlisi, konuya sadece devletin değil, bölge halkının da sahip çıkması için, bana bir vakıf kurma talimatı verdi. Biz de bölgenin ileri gelen resmi ve özel kurumlarıyla ve eşrafıyla Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılını da temel alarak Zonguldak Yüzüncüyıl Vakfını kurduk. Dostum Ahmet Samsunlu ve ben, Filyos vadisi ve limanı projesinin koordinasyonunu üstlendik. Sayın Ulusu da bizden bilgi alarak her aşamasında projeyi izledi ve ona sahip çıktı.
Daha sonraki yıllarda; Zonguldak Vakfı üzerinden, vakıftaki arkadaşlarla projeye sahip çıktık. Her yeni hükümete ve Zonguldaklı her siyasetçiye projeyi anlatıp, projeyi benimsetmeye çalıştık. Onların da projeye ilgisi ve katkısı çok oldu. Filyos Vadisi ve liman projesi böyle başladı, 35 yıldır pek çok Zonguldaklının katkısıyla düşe kalka yürüdü. Hala yürüyor, yürüyecek…
Bizim de, projenin Zonguldak’a ve özellikle Zonguldak doğasına zarar vermeden yürümesi konusundaki sorumluluklarımız devam ediyor.
Dedim ya; Ahmet Samsunlunun projeye katkısı çok büyük oldu. Ama daha sonraları tam bir Zonguldak gönüllüsü gibi projeyi benim üzerimden hep izledi. Aksamalara üzüldü, gelişmelere sevindi.
O bu projeyle tam bir Zonguldak gönüllüsü oldu. Zonguldak olarak kendisine vefa borçluyuz, teşekkür borçluyuz… Zonguldak ve Zonguldaklı vefalıdır. Kendisini düşünenleri, katkı verenleri unutmaz.
O yüzden bir Zonguldaklı olarak, kendisini bir Fatiha ile uğurlarken, Fatihasına gönülden teşekkürler ekliyorum.
Ahmet Samsunlu’nun hayatı hep başarılarla doludur. Ama o başarılarından önce insanlığa ve tevazuya ulaşmış yüce gönüllü ve yaşamına dürüstlüğü rehber etmiş, erdemli bir insandır.
İki başarılı çocuk yetiştirdi. Kızı saygın bir akademisyen oldu, oğlu Kadri Samsunlu ise İstanbul Havalimanının başarılı CEOsudur. Eşine ve çocuklarına sabırlar diliyorum…
O kırk yıl boyunca kesintisiz görüştüğüm bir dostumdu. Benim içimde de kırk yıllık bir boşluk açtı da gitti.
Güle güle Ahmet Samsunlu, güle güle kardeşim.

Gelecek Nasıl Gelecek?

YENİ DÜNYA DÜZENİ NASIL KURULACAK?

Bazı çevreler; Corona Virüs yüzünden, artık dünyada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı, yeni bir dünya düzeni kurulacağını söylüyor.

Dünyanın geleceği kolaycı ve basit bir yaklaşımla bir virüse ihale ediliyor. Ama bir virüs etkisiyle yeni ve doğru bir dünya düzeni kurulmasını beklemek virüsten daha tehlikeli bir hastalıktır. Akla ve bilime uygun bir yaklaşım değildir. Daha keskin bir dille bir akıl tutulmasıdır.

Açıklamaya çalışalım…

Bilim, yaşamı;

  • Bir döngü içinde akışan
  • Sürekli değişen
  • Birbirini karşılıklı etkileyen
  • Zamanda ve mekanda değişik düzeyde örgütlenebilen
  • Yüksek karmaşıklıkta
  • Geri bildirimsel özellikte

SONSUZ SAYIDA BİLEŞENDEN OLUŞAN BİR DÖNGÜ olarak tanımlanmaktadır.

Gelecek ise; dün ve bugünle birlikte tek bir zaman parçasıdır. Yaşamın içinde ve yaşam döngüsüne dahil bir olgudur.

Bu yüzden gelecek de; yaşam sistemi içinde, yüksek karmaşıklıkta, döngüsel, geri bildirimsel ve kendi kendini değiştiren ve örgütleyen bir yaşam sistemidir. Yani gelecek; yaşam döngüsünün içindedir ve yaşama ilişkin bir tahmindir.

Yaşamın ve yaşamın içinde geleceğin evrimi ise sadece virüslere değil, sonsuz değişkene bağlıdır.

Sadece virüsün, yaşamı ve dünyayı değiştirmesini beklemek anlamsız bir bekleyiştir.

O HALDE; YAŞAMI, YAŞAMIN İÇİNDE GELECEĞİ VE GELECEKTEKİ DÜNYAYI ETKİLEYEN NEDİR?

Yaşamı, onun içinde geleceği ve gelecekteki dünyayı birincil olarak etkileyen şey düşüncedir.

Esasen yaşamın evrimi ile düşüncenin evrimi karşılıklı birbirlerini etkileyerek birlikte oluşmuşlardır. Yaşam ve düşünce aslında tek bir gerçekliktir.

Gelecekte ne olacak, gelecekte dünya nasıl olacak diye sorarken önce insanlığın düşünce düzeyinin nasıl evrileceğini, nereden nereye sıçrayacağını bilmek gerekmektedir.

Bu yüzden düşüncenin evrimi ve safhalarını kısaca gözden geçirmek ve bizi geleceğe götürecek düşünce sistemi üzerinde düşünmek gerekmektedir.

Düşünce; insanın yaşam mücadelesi süresinde evrildi.[1]

Nasıl insan organizması, karada yer değiştirirken bacaklarını; nesnelerce yansıtılan ışınları süzebilmek için gözlerini evrilerek kazanmışsa, düşünce de gökten inmedi.

İnsan organizması evrilirken düşünce de onunla birlikte evrildi. Algılar kavramları, kavramlar dili, dil hafızayı, hafıza akıl yürütmeyi ve bunların hepsi birden ve bir çevrim içinde kendi kendini örgütleyen, değiştiren ve yöneten düşünce sistemini Homo Habilis’ten bu yana 2 milyon yıllık bir evrim sürecinde oluşturdu.

Düşüncenin primitif hallerini ihmal edersek, kanımızca bilimsel düşünce evreleri de aşağıdaki süreçlerde oluşmuştur.

Düşüncenin ilk evresi “lineer- çizgisel” düşüncedir. Bu evrede; her sonuç tek sebebe bağlanır. Biz buna ”evet-hayır” evresi de diyoruz. Oysa doğada ve onun simülasyonu olan toplumda karşılaştığımız tüm olgular lineer değildir. Her şey evet-hayır basitliğinde izah edilemez.

Düşüncenin ikinci evresi; her şeyi parça parça ele alan, dünyayı parçaların birleşmesinin bütünü olarak ele alan “Kartezyen” düşünce evresidir. Buradaki düşünce sistemi; çözümlemeleri indirgeyerek yapar, doğrularını bir yüzeye yerleştirmiştir. Yüzey geometri, yani Kartezyen geometri bu evrenin geometrisidir. Felsefede Descartes, fizikte Newton bu düşünce sistemiyle ürün vermiş bilim adamlarıdır. Bu düşünce sisteminin teknolojisi ile uçaklar, otomobiller ve parçaların birleştirilmesiyle üretilen diğer tüm mekanik sistemler oluşturulmuştur. Bu yüzden bu evreye “mekanik düşünce” evresi de denilebiliyor.

Bu düşünce evresinin dayandığı temel değerler ve oluşturduğu paradigmalar; rekabet, niceliklere önem verme ve çizgisel hiyerarşidir.

Düşüncenin üçüncü ve bugünlerde yaygınlaşmaya başlayan evresi ise “holistik – bütüncül” düşünce evresidir. Bu evrede parçalar yoktur, bütün vardır… Çizgi yoktur, “ağ” vardır. Ve her şey birbirine bağlıdır. Bu düşünce sisteminde; hiçbir sonucun tek bir sebebi yoktur. Bu evrenin geometrisi uzaysaldır. Temel değerleri ise (Kartezyen düşünceyle kıyasla) rekabet yerine işbirliği, nicelik yerine nitelik, hiyerarşik egemenlik yerine ağsal ortaklıktır. Lineer ve Kartezyen düşünce sistemi bugün ki kapitalist ekonominin düşünce yapısı iken, holistik düşünce sistemi, yarınki ekolojik ekonominin ve yeni dünyanın düşünce yapısı olacaktır.

Bizi geleceğe taşıyacak olan; geleceği kavramamızı ve tasarlamamızı sağlayacak olan düşünce evresi işte bu üçüncü evredir. Bu holistik düşünce evresine sıçramazsak bireysel ve toplumsal olarak geleceğe sağlıklı uzanmamız ve dünyayı değiştirmemiz mümkün olmayacaktır.

Çünkü; Kartezyen ve mekanik düşünce sisteminin doğal ve sosyal yaşamı zedeleyen paradigmaları yani Kartezyen kapitalizm artık terk edilmek zorundadır. Çünkü; dünyanın doğal ve sosyal yaşamı Kartezyen Kapitalizmin bu paradigma yanlışlarıyla kendini sürdürememektedir.

Kartezyen kapitalist sistemin yanlış teknolojilerine dayalı ekonomik üretim ve tüketim süreçleri ile dünyanın doğal sistemi barışık değildir. Dünyanın ne havası, ne suyu,  ne de toprağı artık bu yanlış ekonomik sistemi taşıyamamaktadır. Bu düzen sürdürülebilir değildir.

Yine Kartezyen Kapitalist sistemin kendine dönük ve sadece niceliklerle uğraşan, niteliği ve ötekini unutmuş bireyi; dünyada başta gelir bölüşümü olmak üzere sağlık bölüşümünü, eğitim bölüşümünü ve besin bölüşümünü alt üst etmiştir. Bu yanlış paradigmalarla zehirlenmiş birey, katlanılabilir, bu düzen de sürdürülebilir değildir.

Bütün bu katlanılamazlıklar ve sürdürülemezlikler nedeniyle; kartezyen kapitalist paradigmalar yerine gelecekte dünyayı değiştirmek için holistik paradigmalar ve düşünce değerleri gecikmeden oluşturulmalıdır.

Yani;

  • Rekabet yerine işbirliğini,
  • Nicelik yerine niteliği,
  • Hiyerarşi yerine ağsal ortaklığı,
  • Kapitalist ekonomi yerine ekolojik ekonomiyi öne alan yeni bir holistik gelecek tasarlanmalıdır.

HOLİSTİK GELECEĞİ VE YENİ DÜNYA DÜZENİNİ ANCAK AŞAĞIDAKİ YAKLAŞIMLARLA ETKİLEYEREK VE TASARLAYARAK OLUŞTURABİLİRİZ.

1 – Kartezyen değil, holistik düşünceye; parçalara değil, döngülere önem vermeliyiz.

Çünkü, artık parçacı Kartezyen Kapitalist düşünce ile ne doğal ne de sosyal ekosistemlerle bağ kurulamaz, ilişki sürdürülemez. Artık, mucize kavram “döngü”dür. Evrensel ifadesiyle “CYCLE”dır. Dünyanın sırrı, bu döngüdedir. Çünkü, gerçek bütüncüldür, döngüseldir, tek sebepten oluşmamıştır, bunları bilip, sonuçları tek sebeple izah eden hiçbir kimseye bu arada Corona virüs yoluyla değişime inanamayız.

  2 – Ezberlemeyip öğrenmeliyiz.

Öğrendiklerinizle sorun çözüp, sorun çözdükçe öğrenmeliyiz.Böylece bir öğrenme döngümüz oluşacak. Zorlamadan sürekli öğrenebileceğiz.Aksi taktirde ezberleyerek gelecek tasarlayamayız.

  3 – İstikrar ölüdür, onu aramalı, kaosta yaşamayı öğrenmeliyiz.

Kartezyen kapitalist sistem istikrara, diğer deyişle dengeye ulaşmaya çalışır. Oysa denge ölüdür. Holistik sistemin kaosu dinamiktir ve rastgele gözüken olayların birbirine bağlılığını gözetir. Yaşam kaosun eşiğinde, sonsuz çeşitlilikte ve sürekli bir değişim döngüsü içinde sürüp gitmektedir. Çeşitlilikten korkmamalıyız, unutmayalım ki; “mükemmellik çeşitliliğin en yüksek düzeydeki optimizasyonudur.” Bu gerçekler ortada iken olmayan istikrarı aramak boşunadır.

  4 – Rekabetin yanı sıra işbirliğini öğrenmeliyiz.

Kartezyen Kapitalist düşünce sadece insanları birbirinden koparan rekabeti yüceltmiş, ama doğadaki çoğalmanın ve verimliliğin temeli olan işbirliğini yok saymıştır. Bireyin kendini ifade ve ispat ettiği rekabetin yanına sinerjiyi doğuran işbirliğini birey ve toplum geleceğinin ortasına yerleştirmeliyiz.

5 – Liderliği unutup, ağsal ortaklığı öğrenmeliyiz

Yaşamın temel sisteminin ağsal ortalıklar olduğu açık seçik ortada iken, bireyi bu ağın dışında sakat bir konuma iten liderlik paradigması eşitler arası işbirliği kimliği ile yer değiştirmelidir.

6 – Nicelikler kadar niteliğe önem vermeliyiz.

Kartezyen düşüncenin mekanik insanı kendini sayısal mülkiyete hapsetmiş, yaşam ortaklarıyla duygusal bağlarını koparmıştır. O artık sadece bir tüketim aygıtıdır. Lugatındaki en önemli kelime ‘maksimum’dur. İsraf onun hayat arkadaşıdır. İşte bu insan tipi doğal ve sosyal hayatın zararlısıdır. Bu zararlı tip, nicelikten niteliğe doğru değişirse, kendisi, çevresi ve tüm ekosistem sürdürülebilirliğe destek olan bir ortak kazanacaktır.

  7 – Maksimalizmi bırakmalıyız ve paylaşmalıyız. . .

Bugün dünyanın zengin ülkelerinde yaşayan insanlar dünya nüfusunun yüzde 20’sini oluşturmakla ve dünya gelirinin yüzde 85’ini almaktadırlar. Dünya nüfusunun yüzde 80’i ise dünya gelirinin geri kalan yüzde 15’ini paylaşıyor. Bu haksızlık, bir doğal hak edilmişlik değil, yetenekle yeteneksizlik, çalışkanlıkla tembellik arasındaki fark değil, tamamen global spekülasyonların ve legalize edilmiş soygunların doğurduğu bir farktır. Biz de bu haksızlığın bir parçası olmayıp, adil olup, paylaşmalıyız.

8 – Demografik sorumluluğunuzu unutmayıp, ikiyi aşmamalıyız.

İsa’nın doğduğu yılda dünya nüfusunun 30 milyon olduğu tahmin ediliyor. Bundan 70 yıl önce, yani İsa’dan 1950 yıl sonra dünyanın nüfusu 3 milyardı. Bugün dünyanın nüfusu 7 miyar. Yani, dünyanın nüfusu son 70 yılda geçmişin 1950 yılına eşit sayıda arttı. Diğer bir deyişle, son 70 yılda ikiye katlandı. Şu günlerde her iki dakikada bir doğum, her dört dakikada bir ölüm oluyor. Böyle giderse önümüzdeki 50 yılda dünya nüfusu tekrar ikiye katlanacak. Çok açık ki, bu dünya bu nüfusu taşımayacak. Onun için herkes ancak kendi yerine 1 kişiyi dünyaya getirme hakkına sahiptir. Her aile iki çocuğu aşmamalıdır. Böylece zaten çok olan dünya nüfusu bugünkü noktada ancak sabitlenir.

9 – Ekolojik okur, yazar ve ‘yapar’ olup, ekolojik teknolojiler ve ürünler kullanmalıyız; organik beslenmeliyiz.

Geçmişin Kartezyen Kapitalist kültürü, doğası gereği karşıtlıkları besleyerek, insanları bazen kollektivist-kapitalist, bazen siyah-beyaz veya başka parçalara ayırdı. Bugün artık silkinip holistik düşünce yaklaşımlarıyla, insanları parçalara ayırmadan, bütüncül bir yaklaşımla, doğa ile insan ve insan ile insan arasındaki ilişkileri ekolojik bir temele oturtmaya çalışmalıyız.

Biz de ekolojist olup, muhtaç olduğumuz doğal ve sosyal dünya sürdürülebilirliğini desteklemeliyiz. Sadece ekolojik okur yazarlıkla ekolojik bilince ulaşmakla kalmayıp ekolojik yaşayıp ve yaptıklarınızı ekolojik kurallara uygun yapmalıyız.

Bugün yaşamımıza, insanlık tarihinin sadece 150 yılında ortaya çıkan kartezyen kapitalist teknolojiler hakimdir. Bunların çoğu, özellikle enerji, ulaşım ve gıda teknolojileri tüm ekolojik sistemi, dolayısıyla da dünyayı tehdit etmektedir. Bu teknolojik tehdit, ortadan kaldırılmalı, zararlı teknolojiler ve onlardan üreyen inorganik ürünler terk edilmelidir.

Özellikle tohumdan toprağa, topraktan sofraya, beslenme sistemimizi işgal etmiş olan zararlı teknolojiler ve onların ürünleriyle mücadele etmeliyiz. Zararlı kimyevi gübrelerle, zirai mücadele ilaçları ile, raf ömrünü uzatan ama sizin ömrünüzü kısaltan muhafaza edici kimyasallarla mücadele edip, onlardan uzak durmalıyız.

10 – Bugün ki sakat kapitalist ekonomiden, ekolojik ekonomiye geçişi benimsemeliyiz.

Bugünkü ekonomik düzen, dünyanın doğal sistemleriyle çatışma halindedir. Ormanlar azalmakta, balık yatakları yok olmakta, meralar bozulmakta, topraklar tahrip olmakta, taban suyu seviyeleri azalmakta, atmosferde karbondioksit düzeyi yükselmekte ve bu sera etkisiyle küresel ısınmayı doğurmaktadır. Bütün bu sonuçlar, doğanın ekonomiye verebileceği doğal verimin ötesindeki ekonomik kullanımlardan doğmaktadır.

Bugünlerde, sentetik çatışmalar nedeniyle ortaya çıkan vekalet savaşları herkese sondan bir evvelki uyarılardır. Ekonomi dünyanın doğal sermayesini, dünyanın verebileceğinden daha fazla zorlarsa, ekonomik destek sistemleri çökecek, bu Kartezyen Kapitalist ekonomi kendi kendini ve bu arada dünyayı yok edecektir.

Aşağıdaki verilere dikkatle bakalım:

  • Dünyanın tarım alanlarının üçte biri üst toprağını kaybediyor.
  • Dünya mera alanlarının yüzde 50’si aşırı otlatma nedeniyle çöle dönüşüyor.
  • Ormanlar tarım başladığından beri yüzde 50 azaldı.
  • Okyanus balık yataklarının üçte ikisi kapasitesinin üzerinde avlanmayla karşı karşıya. Balık stoklarının %47’si tamamen tüketildi.
  • Dünyada su kaynakları hızla kirleniyor, aküferler tükeniyor, yaşamın temel girdisi olan su yok ediliyor.

Görülüyor ki, kapitalist ekonomi ekolojiyi hiç dikkate almıyor. Norveçli Oystein Dahle’nin dediği gibi; “Sosyalizm, fiyatların ekonomik gerçekleri söylemesine izin vermediği için çökmüştür. Kapitalizm ise, fiyatların ekolojik gerçekleri söylemesine izin vermediği için çökebilir.”

Gerçekten de bugün ki Kartezyen kapitalizm ekolojik gerçeklerle barışık değildir ve dünya çöküşe çok yakın bir noktadadır.

Muhtemel bir kapitalist çöküntünün dünyayı da çökertmesine meydan vermeden eski Kartezyen Kapitalist ekonomiden yeni Holistik Ekolojik Ekonomiye geçişi yukarıdaki yaklaşımlarla acilen tasarlamak gerekiyor.

Sonuç olarak; eğer biz yeni Holistik-Ekolojik düşünce düzeyine sıçrayıp, yeni bir dünya düzeni tasarlamazsak beklenen daha güzel bir dünya düzeni kendiliğinden gelmeyecektir. ÇÜNKÜ ÖZLENEN GÜZEL GELECEK, GEÇMİŞİN DÜŞÜNCE DÜZEYİYLE VE PARADİGMA YANLIŞLARIYLA GELEMEZ, HELE HELE CORONA VİRÜS ETKİSİYLE HİÇ GELEMEZ.

Unutulmamalı ki, yeni ve güzel bir dünya düzeni oluşturmak zor ve uzun bir süreçtir. Dünyayı ve insan beynini işgal etmiş yanlış paradigmalı Kartezyen Kapitalizm bütün yanlışların doğrulara direnmesi gibi sonuna kadar direnecektir.

Kartezyen Kapitalizmin direnişinin, iletişim oyunları ile, beyin yıkamalarla, savaşlarla, tutuklamalarla, moneter spekülasyonlarla ve akla gelmedik bir sürü yöntem kullanarak yüksek volümlü ve uzun zamanlı olacağı beklenmelidir.

Bu yüksek volümlü direnişten korkmayarak, dünya ve insanlık yanlışları düzeltme mücadelesine bir an önce başlamalıdır.

ŞİMDİ, HEMEN, GECİKMEDEN …

Dr. Cemil ÇAKMAKLI

Mayıs,2020

Koç üniversitesi Hastanesi / İstanbul


[1] – Bir Gelecek Yaklaşımı/ Tebliğ 2007 / Dr. Cemil Çakmaklı