Aylık arşivler: Ocak 2016

BENİM DOĞDUĞUM YERLER ; VADİLER, DERELER, TEPELER..

BENİM DOĞDUĞUM YERLER ; 
VADİLER, DERELER, TEPELER..

İçine doğulan ekolojik ortam kimliği belirleyen temel unsurlardan biridir kuşkusuz.
“Benim doğduğum yerler ” şiiri Cemil Çakmaklı’nın kendi dilinden içine doğduğu ekolojik ortamı anlatıyor.

BENİM DOĞDUĞUM YERLER;
VADİLER, DERELER, TEPELER…

Oralarda, bizim oralarda                                                                                                               Devrek’de, Beycuma’da, Çaycuma’da                                                                                                   Kıpır kıpırdır dünya
Kıpır kıpırdır yeryüzü….
Bir iner, bir çıkar
Bir çıkar, bir iner
Ve bu kıpırtıdan doğan
Vadiler, dereler, tepeler
Göz alabildiğince uzanır gider…
Kitaplar buralara Filyos Vadisi der..

Bizim oralar,                                                                                                                                                 Tanrının salonuna astığı bir resimdir.                                                                                                    Ne bileyim ya da bana öyle gelir

Resim şöyledir;                                                                                                                                                 Bir kere fon yeşildir, yemyeşildir

Her taraf vadidir, deredir, tepedir
Vadilerde; çaylar dereler
Tepelerde ormanlar
Ihlamurlar, kestaneler, meşeler
Kuşlar, kelebekler, çiçekler
Övünmek gibi olacak ama
Bir de mesela, Yedigöller
Tepelerdeki ormanlar
Ihlamurlar, kestaneler, meşeler
Geceleri bulutlarla
Yıldırımlar saçarak sevişirler…
Ve bulutlar geceler boyu
Gelin olurlar, yağmur doğururlar
Geceleri tepelerde,
Ihlamurda, kestanede, meşede
Gelin olan bulutlar
Yağmurlarının peşinden vadilere inerler
Belki de utanıp geceki sevişmeden
Sis olup kuytulara sinerler
Güneşin ilk ışıklarıyla da sisler
Yeniden gelin olup yeniden gelmek için
Usul usul, sessizce kalkıp giderler


Ormanların ve bulutların çocukları
Yağmur damlaları
Vadilerde, çaylarda, derelerde toplanarak
Atlayarak, zıplayarak, oynaşarak
Bahçeleri, bostanları sulayarak
Yedigöller’den, Devrek’ten, Beycuma’dan
Safranbolu’dan Yenice’den
Birbirlerine doğru koşarlar
Gökçebey’de kavuşurlar, 
Çaycuma’dan geçip denize ulaşırlar…
İşte burası Filyos Vadisi’dir.
İşte burası cennetin kardeşidir.
Filyos Vadisi benim memleketimdir.

İşte ben memleketimin
Sayısız tepelerinden birinde
Çakmaklı Tepesinde, babamların tepesinde
Bulutlara, sislere
Ormanlara, yeşillere
Kestanelere, meşelere, cevizlere doğmuşum
Üç yüz altmış derece bir ufka doğmuşum
Bu yüzden ben tepeleri severim
Tepelerde olmazsam, ufukları görmezsem
Uzağa bakmazsam, yaşayamam
Hep derim, herkese söylerim;
“Ekmeksiz kalırsan arar bulursun,
Ufuksuz kalırsan kurur ölürsün…”


Çakmaklı Tepesinde, ufkumun bir ucunda
Doğduğum odanın tam karşısında
Annem tarafının tepesi, Beylik Tepesi
Ve onun beyaz minaresi vardı…
Annem her sabah ilk olarak, farkettirmeden
Kendi tepesine, kendi geldiği eve bakardı
İki tepenin arasında, tam ortasında
Güneşin battığı Yayla çamlığından,
Filyos Irmağı’na doğru
Beycuma Vadisi uzanırdı…
Vadideki en geniş yerde,
Salkım saçak çayların ve derelerin birleştiği düzlükte
Yüz kadar evi, çarşısı, camisi, karakolu
O yıllarda bana çok büyük gelen
Beş sınıflı ilkokulu ile
Beycuma Kasabası dururdu
Durmak ne demek, adeta;
Kurum kurum kurulurdu

Her sabah gün ışırken,
Önce sisler sessizce kalkıp giderdi vadiden
Ve sislerin boşalttığı yerden
Güneşte ışıl ışıl parlayan
Çaylar, dereler, çatılar, minareler
Fırlardı bir anda, aniden…

Her sabah tekrar eden bu müthiş gösteriden
Mahrum kalmamak için ben
Herkesten önce kalkar, burnumu soğuk camlara dayardım…
Sonra bir ara annemin sesini duyardım
“Oğlum üşüyeceksin, yatsana ne var dışarda?”
Sonra, benim çiçekli yorganı alır gelir
Üstüme örter, yanıma girer
Kucaklar, öper, koklardı
Kendi geldiği tepeyi göstererek
“Bak! Az’zabla bize bakıyor” derdi

Böyleydi işte, tam böyle
Çocukluğumun Coğrafyası
İki tepe bir vadiydi
Ama bu iki tepe bir vadi,
Gördüğüm, adımladığım, özümlediğim bir yerdi
Gerçekti, gerçekten bana aitti…

Bu iki tepenin Türkmenleri,
Türkmenlerin beyleri eğitti beni…
Ama aslında, onları da beni de
Bu tepeler, bu vadiler, bu çaylar, bu ırmaklar
Ihlamurlar, kestaneler, meşeler
Bulutlar, yağmurlar ve sisler
Çeşit çeşit bitkiler, börtüler ve böcekler
Hepsi birden, yani bu ekosistem
Kendi içinde eritti bizi
Kendi gibi etti, büyüttü bizi…
Şimdi bilmiyoruz hiç birimiz
Oralar biz mi, biz oralar mıyız?

Ama doğru bir şey var, onu yapmalıyız
Oralarda doğduk, oralarda batmalıyız
Yani sonunda; bu ekosistemin bağrında yatmalıyız…


Dr. Cemil Çakmaklı

AZ’ZABLA DESTANI..

Az’zabla Destanı, bir aile sosyolojisi yazısı…
Cemil Çakmaklı’nın doğduğu kültürel ortamı ve o kültürü sürdürüp Cemil Çakmaklı’yı yetiştiren büyük hala Az’zabla üzerinden aileyi ve aile kültürünü anlatıyor.

AZ’ZABLA DESTANI

Annemin halasıydı,
Adı Az’zablaydı…
Ama herkes daima
Az’dan sonra azıcık durarak
Azize’nin (i)sini ve (e)sini yutarak
Fakat kalanlara yoğun bir saygı katarak
Az’zabla derdi ona

Az’zabla bir azamet ve asalet çınarıydı
Soyu ta Fatih’in Paşasına dayanırdı…

Fatih, Beycuma’dan Amasra’ya kadar
Buraları aldığında demiş ya;
“Lala, cennet-i ala bura mı ola?”,
İşte o zamanla aynı zamanda
Sadrazamı Mehmet Paşa’ya,
“Rumi ahaliye yön versin diye,
Evlatlarından biri bu cennette kala,
Burada bir beylik
Ve bir medrese kurula” buyurmuş,
Beylik Kariyesi böyle kurulmuş…
Türkmenler böylece “Bey” olmuş buralara

Mehmet Paşa evlatlarınca kurulan beylik,
Beşyüz elli yıldır yaşayarak
Türkmen örfünü ve Osmanlı hukukunu
Bir medresede harmanlayarak
Pek çok insan yetiştirmiş,
Saraya yöneticiler
ve sadrazamlar göndermiş

Bu arada çoğalmışlar
ve tüm Filyos Vadisine yayılmışlar
Beycuma’dan Çaycuma’ya
Yedigöller’den  Devrek’e
Safranbolu’dan Yenice’ye
ve Gökçebey’e
Suyun ardından gitmişler
Çaylar ırmaklar boyunca
Güzel köyler kurmuşlar

Hep korumuşlar kendilerini
Ve genlerini…
Bilmediklerinden kız almamışlar,
Güvenmediklerine kız vermemişler
Hep okutmuşlar oğullarını ve kızlarını
Kadınlarını yüceltmişler
Bey kadını önde gider demişler
Hiç arkalarında yürütmemişler

Bu yüzden belki de,
Hala bizim yörede;
“Ah, ah..
Ya bey olabilsem
Ya Beylerden kız alabilsem” diye,
Erkek deyişleri vardır.
Hayıflanışlar vardır.

Beyler,
Toprağı severler,
Topraktan geleni severler.
Hayvanlarını evden biri sayarlar,
Sevdiklerinin adlarını verirler onlara.
Çağırırlar, konuşurlar ve anlaşırlar…

Hele atları, hele atları…
Ayrı bir varlık değil,
Kendi parçalarıdır, organlarıdır
Beylere atları…
O yüzden beyler,
“Ata bindim” demezler
“Atla bir oldum” derler.
Gerçekten de onlar,
Atla bir olurlar, bütünleşirler
Birlikte koşarlar
Birlikte düşünürler.

Bitmeyen Osmanlı seferlerine
Rüzgardan hızlı atlarıyla
Atlarıyla bir olmuş süvarileriyle
Katılmış Beylik Türkmenleri…
Dörtnala,
Birlikte saldırmışlar düşmana
Birlikte vuruşmuşlar.
O kadar ki; derler ki;
Bey yayı gererse, oku at atar.
Daha sonralarda,
Tüfek icat olduğunda
Çakmaklı tüfekli beylik süvarilerinde
– Bana soyadımı veren süvarilerde-
Nişanı at alır, tetiği bey çekermiş…
At ile Beyin birliği
İşte böyle efsaneleşmiş….

Yıllar, yıllar geçmiş
Ama Beyler hiç vazgeçmemiş;
Töreleri ile yaşamaktan…
Ve törelerini nesilden nesile aktararak
Soyları için ölümü
Yaşamdan daha değerli bularak
Korumuşlar soylarını
Korumuşlar, genlerini ve törelerini

Hala koruyorlar,hala
İşte onların soyundan geliyor Az’zabla

Az’zabla,
Onaltı yaşlarında
Güzelliği dillere destan, ama
Bey kızı ya,
Kimse yaklaşamıyor yanına…
İşte o günlerde
Az’zabla’nın “Bey” babası
Beyler’in Beyi Mehmet Bey vuruluyor
Biri onunda, diğeri sekizinde,
İki erkek kardeş ve,
Beylik Az’zabla’ya kalıyor.
Az’zabla beylerin beyi oluyor.

Bağlıyor karaları Az’zabla
Kuşanıyor mavzeri, biniyor kırata
Gelin olacağı atta, Bey oluyor…
Gömüyor güzelliği, gömüyor hayalleri,
Onun için artık önemli olan
Beyliği, sülalesi ve kardeşleri

Beyliği Bey gibi yapıyor,
Adil, kudretli ve cesaretli
Kardeşlerinden büyük olanını
Abdullah Bey’i büyütüyor önce,
Ve everiyor..
Sonra Yemen’e harbe gönderiyor.
On iki yıl, yollarda onu
Evde, güzel gelin Vasfiye’yi bekliyor
Küçük kardeşi, Cemil Bey’i,
Onun gözünün bebeği…
Büyütüyor onu da
Evlendiriyor…
İpek tenli, bülbül sesli Ikkana’yla
Sonra;
Onlar çocuk değil, soyumdur diyerek
Çok severek ve çok önemseyerek
Cemil Bey’in çocuklarını da o büyütüyor
Çocuklarının çocuklarını da O…

Ben o çocukların çocuklarından biriyim.
Cemil Bey’in büyük kızı
“Mihriye Gadun”ın büyük oğluyum.
Adımı Az’zabla koyuyor.
Küçük kardeşi, göz bebeği
Cemil Bey’in adını,
Yani bizim deyişle Beybabamın adını,
Bana zimmetliyor.

Benim naif, ince, duyarlı annem,
Beni doğurup hastalandığında
Az’zabla sarıyor beni sırtına,
Babası öldüğünden beri
Hiç çıkarmadığı mavzerinin yanına…
Yolda, bağda, bahçede,
Ziyarette, ziyafette hiç çıkarmadan
Sırtında taşıyor beni yıllarca
Sırtında sarılı çocukla sürekli konuşarak
Ve her lafa,
“Cemil Bey, Cemil Bey!” diye başlayarak
Yani kişiliğimi adıma ekleyerek
Büyütüyor beni Az’zabla

Az’zablam beni,
Hem büyüttü hem öğretti.
Buğday ekmeyi, harman dövmeyi öğretti.
Fidan dikmeyi öğretti.
Hep yaptırdı, hep denetti
Ellerimle öğrenmeyi öğretti.

Beyler’de töredir
Doğanlar kundaklanırken
İsimleriyle birlikte kulaklarına
Kızlara “gadun” -hatun-
Erkeklere “bey” diye seslenilir..
Yani isimlerinin yanına
Kimlikleri de eklenir…

Yani kundakta başlar beylik beylerde,
Kundak gibi sarılır bedenlerine
Ve beyler taşırlar beyliklerini
Kundaklarından, kefenlerine

Beylik “ben”lik değil, “biz”lik tir.
Beylik, doğayla ve toplumla birliktir.
Bir olmaktır.
Beylik bir kişiye verilen ünvan değildir.
Beylik herkeste bulunması gereken,
Bir yüce kimliktir.

Beylerde, herkes beydir, herkes eşittir.
Beylerin beyi ise,
Eşitlerin birincisidir.
Budur törelerin töresi
Budur beylerin demokrasisi.

Dedim ya,
“Ben” diye değil,
“Biz” diye başlamak her işe
Ta kundakta işlenir
Beylerin kimliklerine

İşte bu yüzden, bugün hala
Yaptığım her bencillikte
“Ben” diye başladığım her işte
Çıkar karşıma  Az’zabla,
Çatar kaşlarını
“Hey!” der,
“Cemil Bey, Cemil Bey!”
Kendine gel..

Az’zablam toprağa gideli çok oldu,
Ama her an, hala sesi kulaklarımda…

“Beylik başında olmak değil, içinde olmaktır
Mecliste başta değil, herkesin içinde oturacaksın.
Beylik çoklukla, acizlik yoklukla olur,
Hep çokluğun peşinde olacaksın…
Senin çokun almaktan değil, çok çalışmaktan olacak
Çok çalışacaksın çok
Sofrada ekmeğin büyüğünü,
Hayatta verdiğinden çoğunu,
Almayacaksın…
Herkesi doyurmadan doymayacak
Herkesi uyutmadan uyumayacaksın
Uyurken de bir gözün açık uyuyacaksın
Hep göreceksin, hep gözleyeceksin
Gözlediğini düşüneceksin.
Düşündüklerini yapacak, yaptıklarını bileceksin
Ve Bilmeyenlerin bileni olacaksın
Bey’sen eğer,
Korkmayacak, kaçmayacak, yılmayacaksın…

Bunları yapmayacaksan eğer,
Kimsenin önüne düşüp
“Bey” olmayacaksın…”

Dr. Cemil Çakmaklı