Kategori arşivi: Gidenlerin Arkasından

ÜNAL ÇAKMAKLI’YA AĞITVE TÜRKMEN DELİLERİ…

Ateş bu defa genlerimize düştü…Bizim genetik yapının özgün örneklerinden birini, Ünal ÇAKMAKLI’yı kaybettik.

Bütün Zonguldak’ın katıldığı bir törenle , göz yaşları ve ağıtlarla defnettik onu…

Bizim Çakmak-lı’lar, Kayı boyundan Çakmak oymağından geliyorlar. Kayıların yani Osmanoğullarının kavgalarının içinde Anadolunun orasına burasına yerleşmişler. Ama bin yıldır, Çakmak oymağına ait anlamına gelen Çakmak-lı soyadını kaybetmemişler, sürdürmüşler. Bilinen o ki; Çakmak-lı’lar ; Anadoluyu fetheden Osmanlı ordusunda ‘’Deliler Birliği’’denilen öncü birliklerin savaşçılarıymış…

Fatih’in İstanbulu fethinden sonra, Batı Karadenizi ve Amasrayı fethi esnasında da onun ‘’Deliler Birliği Savaşçıları ‘’ olarak Zonguldak’a inmişler ve fethin bekçisi olarak ,diğer Türkmen oymaklarıyla birlikte buralarda kalmışlar ve 550 yıldır üreyip çoğalarak örfleri ve adetleri ile soylarının adını taşıyan köyleri ile bu bölgeyi Türkmenleştirmişler.

Bu yüzden; Zonguldak kırsalının ,Devreğinin , Çaycumanın , Beycumanın, Yenicenin , Safranbolunun , Ereğilinin, Bartının yani tüm Filyos Vadisi halkının tamamı neredeyse Türkmen yurdudur. ‘’Türkler barışın velisi, savaşın delisidir’’ denilir ya…

Aslında ‘’delilik’’ bir ordu kurumudur Türklerde. Osmanlı ordusunda da o çok bilinen devşirme Yeniçeri Ocağından çok önce; Osmanlı ordusunun ilk ve en önemli birliği ‘’Deliler Ocağı’’dır. Güçlü, iri , korkusuz, Türklük için ölümü şerbet sayan bir ordu birliğidir ‘’Deliler Ocağı’’….

Ancak; Türk Devletlerinin tarihinde sıkça görüldüğü gibi Osmanlı da Türklük özünden uzaklaştırılmış, ‘’Deliler Ocağı ’’ dağıtılmış, unutturulmuş, yerine devşirme Yeniçeri Ocağı getirilmiş, daha sonra da bu Yeniçeriler Osmanlının zayıflama ve yıkılma sebeplerinden biri olmuştur. İşte ; Çakmak-lı’lar, ’’Deliler Ocağı’’nda yetişmiş ve savaşmış ve deliliği rütbe sayan bir soydan geliyorlar. Bu yüzden bizim soyda; güçlü, iri , korkusuz ve her şartta soyu ve örfü koruyanlara ‘’deli’’ unvanı verilir.Deli Mustafa, Deli Hüseyin, Deli Ünal bizim son üç delimizdir. Onlar modernize olmuş, çağa uymuş ama genetik özünü kaybetmemiş delilerimizdir bizim. Ünal ÇAKMAKLI, Ünal Abi, Deli Ünal bizim soyun övünç kaynaklarından biridir. Yurtdışında ve Türkiyede okumuş, Avukat olmuş , Zonguldak Sporuna ve Siyasetine damga vurmuş bir ‘’Türkmen Delisi’’dir o…

O, hep veren hiç almayandı .

O, yoksula ağlayan, haksıza saldırandı.

O ,derin duygusallığını ve coşkun korkusuzluğu aynı bedene sığdırandı.

O , bütün ömrünü geçirdiği Zonguldak’a sevdalıydı.

Sen rahat uyu Ünal Abi. Sen rahat uyu …

Senin bütün güzel özelliklerini ve Zonguldak sevdanı yaşatacağız.

Sen rahat uyu Ünal Abi. Sen rahat uyu…

‘’Aşkıyla, tutkusuyla bir deliyi deli eden kadın ‘’ dediğin , beşikten mezara yoldaşın, eşin Leyla Abla bize emanettir.

Tamam da… Ben ne yapacağım , ben?Ömrümce arkamda duran, en sıkıştığım zamanlarda;

‘’Biz Çakmaklı’yız ulan, Biz Türk Delisiyiz…Eğrimiz yok, Korkumuz yok… Yürü ulan, yürü ’’ diye telefonlarda onun dediği gibi- ‘’yüksek volümlü deli gazını ‘’kim verecek bana …

Kim? Ömrümce her gün, ama her gün kim arayacak beni? Kim?

BEKİR COŞKUN VE ANDRE’NİN PUSULALARI

O yıllarda; 60’larda 70’lerde Ankara’da biz gazete okumaya ihtiyaç duymazdık. Çünkü gazeteciler ile yaşardık.

Muammer Yaşar Bostancı, Orhan Tokatlı, Ertan Karasu, Can Pulak, Yavuz Donat ve Bekir Coşkun’la yaşar, adeta baskıdan önce gazete okur, manşetleri akşamdan bilirdik.

Bu güzel adamların tam yarısı gitti.En son Bekir gitti…

Bekir’i kaybetmenin şaşkınlığını atamıyorum üzerimden…İnanamıyorum, uyuyamıyorum, arkasından iki satır yazamıyorum. Aklımla elimin bağı koptu sanki, iki gündür yazamıyorum.

Akşamüstü saat 5’ten sonra yaşamaya başlar Ankara… Ankara akşamüstleri sevmeye zorlar insanı, dost eder insanları…

Bizde Bekir’le Ankara’nın akşamüstü dostuyuz. O akşamüstlerinde buluştuk, düşündük, peek çok şey konuştuk.İnsan konuştuk, doğa konuştuk, Atatürk konuştuk…

Oturduk konuştuk, kalktık konuştuk, seyahat ettik konuştuk, konferanslara gittik konuştuk.Bir Budapeşte seyahatinde aynı odayı paylaştık onunla.

Elbiseleri astık, valizleri koyduk ortaya…Bekir valizden her bir şey aldığında, gömlekten, kazaktan, çoraptan, her ama her giysisinin içinden bir küçük beyaz pusula çıkıyordu mutlaka. Bekir, pusulalara bakıyor, her defasında yüzü genişliyor ve gülümsüyordu. Açıkladı sonra… ‘’Andre’nin sevgi pusulaları bunlar… Benim valizimi hazırlarken o, her giysimin içine koyar bunları; her bir pusulada biraz espri, ama çokça sevgi vardır. O beni hiç ilgisiz, hiç sevgisiz bırakmadı, bırakmaz, seyahatte bile ‘’ dedi Bekir.

O anda anladım…Bekir’in dağıta dağıta bitiremediği sevgisinin kaynağını anladım. Onda ki insan sevgisinin, doğa sevgisinin, Atatürk sevgisinin kaynağını anladım. Bir güzel Fransız, bir mükemmel Urfalıya; dağıtsın diye herkese, her zaman, her yerde, seyahatte bile sevgi yüklüyordu. Ona yüklenen bu sevgi; galiba enerjiye dönüşüyor, her yere, herkese ulaşıyordu. Sevginin Enerji olduğunu biliyordu Bekir. Bu enerji ile herkesi seviyor, herkese kendini sevdiriyor, Dünya’yı böyle güzel, böyle mükemmel döndürüyordu Bekir.

Bu enerjiyle; açık açık, gümbür gümbür, döne döne yazdı Bekir.

Korkmadan, yılmadan, ucuzlamadan yazdı Bekir…

Enerjisini, sevgisini, bize bıraktı gitti Bekir.

Pırıl pırıl gitti, ışık gibi gitti Bekir.

Güle güle kardeşim güle güle… Görüşmek üzere…

SAYIN ERTAN KARASU, ERTAN BEY, ERTAN, ERTAN’IM…

Ertan Karasu, Doğan Kasaroğlu, Tekin Gürzumar; TRT demekti o yıllarda. Başka kanal yoktu ve Türkiye onlarla yaşadı rekabetsiz ama sorumlu iletişimi.

Ertan Karasu ile o yıllarda tanıştık. Sayın Karasu diye başladık, Ertan’ım diye bitirdik elli yılı…

Tanışıklık; arkadaşlığa, dostluğa ve nihayet candaşlığa dönüştü elli yılda…

Daha geçenlerde buluştuk, uzun uzun konuştuk, gülüştük. Sonra ‘’Cemil’im, arayı açmayalım, yalnızlığın ekmeğine yağ sürmeyelim’’ diye uğurladı beni.

Bu sabah; daha geçen gün buluştuk, olamaz, yanlış haberdir diye sarıldım telefona, Mehmet açtı; ‘’Cemil amca’’ dedi. ‘’Gitti babam’’ dedi, başkada bir şey diyemedi, boşaldı…

Baş döndü, dünya karardı, gözyaşları aktı kendiliğinden.

Çaresizliğin çare olduğu zamandı, yapılacak hiç bir şey yoktu…

Ertan yalnızlığın ekmeğine yağ sürmüştü…

Ertan gitmişti…

Ama Ertan yalnız gitmedi… Bir ömür biriktirdiği bilgeliği, kaliteyi, erdemli insanlığı da götürdü yanı sıra…

Onun bilgeliğinden, erdeminden, insanlığından ne takıldıysa bizim kuru çalıya, mirasımızdır. Toplanıp eğrilecek, dokunup yaşatılacaktır.

Güle güle kardeşim…

Güle güle Ertan’ım…

AHMET SAMSUNLU’NUN ARDINDAN ZONGULDAK İÇİN TEŞEKKÜR


Toprak bizim kuşağı çağırıyor…
Her gün bir acı, her gün bir kayıp ….
Bekir Coşkun’un ardı sıra Ragıp Buluç ve Mesut Yılmaz gibi dostlarımı kaybettim…
Bugün de Ahmet Samsunlu ayrıldı aramızdan.
Hepsi ile pek çok yaşanmışlığım vardı, ama Bekir’den sonrasına elim gitmedi yazmaya.
Ahmet Samsunlu’nun benim memleketime Zonguldak’a katkısı çok. Bir Zonguldaklı olarak, o katkılara vefa borcum var. Ardından bir teşekkür göndermezsem vefasız olurum, borçlu kalırım. Bu yüzden, içim yana yana bu teşekkür yazısını yazıyorum.
Ahmet’in soyadı Samsunlu, kendisi Çorumlu ve de o bir Zonguldak gönüllüsü…
Biz Ahmet ile Kurucu Mecliste tanıştık, aynı komisyonlarda görev yaptık, dost olduk.
O çok birikimli, çok özel vasıfları olan bir Ahıska Türkü idi.
Almanya’da mühendislik okumuş ve akademik çalışmalarıyla profesör olmuş, kısaca kendisine çok emek vermiş bir insandı.
O dönem 44.hükümette İmar İskan Bakanı oldu.
Yine o günlerde, 7 Mart 1983te Zonguldak Kandilli’de madenlerin ve madencilerin gördüğü en büyük grizu felaketlerinden birini yaşadık. Tam 103 madenci şehit oldu. Başta başbakan Ulusu, hepimiz Kandillideydik.
O tabutlar, o 103 tabut Kandilliye ve vicdanlara sığmadı.
Herkes ağladı, yer gök bile ağladı, tüm yürekler dağlandı…
Oradaki toplu acı, en çok da kibarlık ve duyarlılık sembolü Başbakan Ulusu’yu etkiledi.
Döner dönmez galiba güvendiği ve sevdiği iki insanı, o zamanki İmar İskan Bakanı Ahmet Samsunlu’yu ve beni çağırdı. ‘’Söyler misiniz? Ne yapalım? Nasıl yapalım? Bu kömürü, insan kaybetmeden toprağın altından nasıl çıkaralım?’’ dedi.
Bende; ‘’Sayın Başbakanım kömürü değil, insanı çıkaralım toprağın altından. Alternatif istihdam alanları yaratalım Zonguldakta, sanırım en doğru ve kömürün geleceğine de en uygun çözüm bu.’’ dedim.
Bülent Ulusu; o acılı ama hala kibar haliyle bakanı Ahmet Samsunlu’ya ‘’Siz ne düşünüyorsunuz Ahmet bey.’’ dedi.
Ahmet Samsunlu’da: ‘’ Sayın Başbakanım biz bölgeyi ve kömürü çok iyi bilen Cemil Bey ile yol boyu konuştuk. Bende aynı fikirdeyim. Zonguldakta alternatif istihdam alanları oluşturmalıyız. Bölgede; bu alan için Türkiye’nin 26 havzasından biri olan Filyos Vadisi çok uygun duruyor. Müsaade ederseniz bu vadiyi yeniden planlayıp, size somut önerilerle gelelim’’ dedi.
Sayın Ulusu ‘’Vakit kaybetmeyelim, hadi size kolay gelsin.’’ dedi ve bizi görevlendirdi.
İmar İskan Bakanlığında, başta Bakan Ahmet Samsunlu, müsteşarı Melih bey ve diğer bakanlık üst düzey yöneticileriyle aylarca, geceler dahil çalıştık. Bir sürü alternatifi değerlendirdik. Sonunda; İç Anadoluyu ve Ankara’yı Filyos Vadisine, Filyos vadisini de ucundaki bir limanla, diğer Karadeniz ülkeleri limanlarına ve özellikle Köstence limanına, oradan da Tuna su yoluyla, Avrupa’nın içlerine, ta Hamburg’a kadar ulaştırabilecek bir çerçeve çıktı ortaya. Bu çerçeve içinde Zonguldağın Filyos Vadisi’nde kirletici olmayan bir endüstri bölgesi oluşturarak Zonguldağın insanını kömürden yani yer altından, yer üstüne çıkaracak bir yeni istihdam projesi amaçlandı. Diğer yandan Zonguldak içinde Filyos Vadisini, Ereğli’ye, Karabük’e, Bartın’a ve özellikle hızlı bir yük treni ulaşımıyla Ankara’ya bağlayacak bir ulaştırma planı tasarlandı. Filyos Vadisinin ucunda bir liman planlandı. İlgili bütün bakanlıklara görev verildi. Yatırımlar bütçelere konuldu.
Sayın Ulusu; her aşamasında bu projeyi izledi. Ama en önemlisi, konuya sadece devletin değil, bölge halkının da sahip çıkması için, bana bir vakıf kurma talimatı verdi. Biz de bölgenin ileri gelen resmi ve özel kurumlarıyla ve eşrafıyla Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılını da temel alarak Zonguldak Yüzüncüyıl Vakfını kurduk. Dostum Ahmet Samsunlu ve ben, Filyos vadisi ve limanı projesinin koordinasyonunu üstlendik. Sayın Ulusu da bizden bilgi alarak her aşamasında projeyi izledi ve ona sahip çıktı.
Daha sonraki yıllarda; Zonguldak Vakfı üzerinden, vakıftaki arkadaşlarla projeye sahip çıktık. Her yeni hükümete ve Zonguldaklı her siyasetçiye projeyi anlatıp, projeyi benimsetmeye çalıştık. Onların da projeye ilgisi ve katkısı çok oldu. Filyos Vadisi ve liman projesi böyle başladı, 35 yıldır pek çok Zonguldaklının katkısıyla düşe kalka yürüdü. Hala yürüyor, yürüyecek…
Bizim de, projenin Zonguldak’a ve özellikle Zonguldak doğasına zarar vermeden yürümesi konusundaki sorumluluklarımız devam ediyor.
Dedim ya; Ahmet Samsunlunun projeye katkısı çok büyük oldu. Ama daha sonraları tam bir Zonguldak gönüllüsü gibi projeyi benim üzerimden hep izledi. Aksamalara üzüldü, gelişmelere sevindi.
O bu projeyle tam bir Zonguldak gönüllüsü oldu. Zonguldak olarak kendisine vefa borçluyuz, teşekkür borçluyuz… Zonguldak ve Zonguldaklı vefalıdır. Kendisini düşünenleri, katkı verenleri unutmaz.
O yüzden bir Zonguldaklı olarak, kendisini bir Fatiha ile uğurlarken, Fatihasına gönülden teşekkürler ekliyorum.
Ahmet Samsunlu’nun hayatı hep başarılarla doludur. Ama o başarılarından önce insanlığa ve tevazuya ulaşmış yüce gönüllü ve yaşamına dürüstlüğü rehber etmiş, erdemli bir insandır.
İki başarılı çocuk yetiştirdi. Kızı saygın bir akademisyen oldu, oğlu Kadri Samsunlu ise İstanbul Havalimanının başarılı CEOsudur. Eşine ve çocuklarına sabırlar diliyorum…
O kırk yıl boyunca kesintisiz görüştüğüm bir dostumdu. Benim içimde de kırk yıllık bir boşluk açtı da gitti.
Güle güle Ahmet Samsunlu, güle güle kardeşim.