Kategori arşivi: Gidenlerin Arkasından

GÜNGÖR URAS’I ANMAK VE ARAMAK

Güngör Uras dostumu 2018 de bu gün kaybettik..
Bırakın dostluğumuzu, bırakın vefa borcumuzu onu anmak Türk Ekonomistlerinin boyun borcudur, meslek borcudur..
Rahmetli Güngör Uras “Üretken Ekonomist” örneğidir. Geride onlarca kitap, onbinden fazla ekonomik makale bırakmıştır..
Onun bu büyük üretkenliğinin ötesinde unutulmaması ve sürdürülmesi gereken en önemli özelliği ekonomiyi
“anlaşılır” kılma çabasıdır.
O ekonominin elitist bir iş olmadığını halkın ekonomiyi kavramasının zorunlu olduğunu biliyordu..
O yüzden; “Ayşe Teyze” için, Ali Rıza Amca” için ekonomi yazdı..
Vatandaşla ekonomiyi tanıştırmaya çalıştı..
Hep; ” insan anlamadığından kaçar, bu yüzden vatandaşa ekonomiyi anlatmalıyız. Vatandaşımıza ekonomiyi anlatamazsak; bırakın ekonomiyi, demokrasi de ülkeden kaçar. Bu yüzden; ekonomiyi de, demokrasiyi de vatandaşın anladığı dilden anlatmalıyız” derdi…
O; olaylarla alay etmeyi seviyordu.. Espri dozu yüksek bir ekonomistti..
” İndir Faizi, bindir Faizi” kitabı bugün hâlâ faizi anlayamayıp onunla baş edemeyenlerle gırgır geçtiği bir ders niteliğindedir..
Güngör Uras sadece maliye bilmenin ekonomi bilmeye yetmeyeceğini bilirdi…
Sadece para bilenlerden ekonomist olmaz derdi..
Her şeyi bilen, özellikle üretimi ve sektörleri bilen, sahadaki girişimciyle ve alnı terleyenle teması olan ancak ekonomiyi bilebilir derdi…
Bu yüzden, yazılarını üreticilerle konuşarak yazar, bununla da yetinmez Teyfik Güngör olur seyahat yazar, insan yazar, Ali Rıza Kardüz olur esnaf yazar, yemek yazardı..
Çok boyutluydu, çok çeşitliydi…
Bugün onun üretkenliğini, ekonomiyi vatandaşla buluşturma becerisini, ekonomiyi biliyorum zanneden burnu havada yöneticilere verdiği ince ayarı ve güler yüzünü ve dostluğunu, her zamankinden daha çok arıyoruz.
Onu ben dahil, bütün dostları, ekonomiyi bilmek isteyen herkes yana yakıla arıyor…
Ama ne çare…
Gideni ancak bıraktıklarına sahip çıkarak bulabiliriz.
İşte bu duygularla onu anıyoruz ve arıyoruz.
Rahmeti bol, eserleri bize rehber olsun..

Cemil ÇAKMAKLI
19 Ağustos 2024

AFET ABLA’NIN SARMALARI

Rahmetli Hüseyin Şeker’in eşi Afet Abla’yı kaybettik…

Hüseyin Abi’yi 2012’de kaybetmiştik. Bugün de Afet Abla gitti yanına…

İçimdeki Zonguldak’tan bir tel daha koptu.

Bir tel daha eksildim bugün.

İnsanların yaşı ilerledikçe şehirlerinin geçmişleri de büyür.

Şehirler hatıraya dönüşür.

Şehirden iyi insanlar gider, iyilikleri kalır.

Binalar, köprüler, okullar korunmazsa gider, resimleri kalır.

Sözün özü; insan hafızaları birikir, giderek kent hafızasına dönüşür.  

Benim hafızamdaki Şeker Ailesi bölümü 1958’de Çelikel’de Ortaokula başladığım yıllarda; babamla onun arkadaşı ALİ ŞEKER AMCA’nın Yeniçarşı’daki dükkanına gitmekle başlar.

Dükkanın ortasında gürül gürül yanan sobayla başlar.

Yaşıtımız Erdal ve büyüğümüz Hüseyin Şeker abimiz ile devam eder.

Hüseyin Abi; o yıl, bu yıl beni hep izledi, hep sahiplendi.

2004 yılında ağır bir kalp krizi geçirdim, adeta gittim geldim. İstanbul’da Alman Hastanesinde 6 ay yattım.

Bu 6 ay boyunca hemen her hafta en geç 15 günde bir Hüseyin abi ve Afet abla taa Zonguldak’tan İstanbul’a gelip beni sahiplendiler.

Kendileri farkında değildi belki ama beni hayata bağladılar.

Afet Abla, her gelişlerinde çok sevdiğim yaprak sarmalar getirdi bana.

O sarmalar yaprak sarması değil, beni yeniden hayata bağlayan ‘’hayat sarması’’ydı adeta.

Onların ilgisi ve taa Zonguldak’tan İstanbul’a taşıdıkları sevgi beni hayata ve Zonguldak’a daha bir, daha çok bağladı. Zonguldaklı olduğuma sevindim.

Bu güzel insanlarla, bu özel insanlarla benim deyimimle o ‘’Zonguldak Eşrafı’’ köklü insanlar ile onlarda vücut bulan yöremin töresi örfü ve adeti ile hep gurur duydum.

Bugün benim doğduğum topraklar; Zonguldak, Bartın, Karabük diye şeklen ayrılsa da oralar aynı ekosistemin, aynı kültürün bir bütünüdür.

Yöre; idari olarak 3’e bölünse de, o kültür bölünemez.

Zonguldak; Bartın’dan, Safranbolu’dan, Karabük’ten, Çaycuma’dan, Devrek’ten, Beycuma’dan ayrı düşünülemez.

Dedim ya; benim şehrim, ekolojik, sosyolojik ve kültürel bir bütündür.

Bir örf, adet ve insan bütünüdür.

Zonguldak eşrafı, Zonguldak’ta kömür ve kömür için gelenler yokken de vardı.

Bartınlı Ali Şeker ve oğulları ile Davut Fırıncıoğlu, Ereğlili Ruhi Cöbekoğlu, Karabüklü Necmettin Şeyhoğlu, Devrekli Mehmet Hacıkulaoğlu, Çaycumalı Mehmet Tezer ve onların sülaleleri hep vardı, hep oradalardı.

Onlar bizim Zonguldaklılarımız ve yol arkadaşlarımızdı.

Rahmetli Afet Abla da Zonguldak eşrafındandır. Babası Kalaycıoğullarından, Çaycuma’nın eski Belediye Başkanı rahmetli Ömer Kalaycı’dır.

Sözün özü, Afet Abla ve Hüseyin Abi; Zonguldak’ın yani bizim örfün adetin, kanın, genin mutlaka korunması gereken özel değerleridir.

Onları unutmamalı ve unutturmamalıyız.

Onlar da zaten kendilerini ve kültürlerini sürdürecek tohumları ekip gittiler.

Berran Şeker Aydan ve onun yaratıcı kızı Derya’yı Zonguldak’a miras bıraktılar.

Berran ve Derya; Zonguldak’ın sadece örfüne adetine değil, çağdaş yaklaşımları ile Zonguldak ekosistemine ve kent kültürüne sahip çıkıyorlar.

Sadece bu iki miras bile onların ne denli sevilesi ve minnet duyulası Zonguldaklılar olduğunu gösteriyor…

Ne söylesek yetersiz, ne yazsak kifayetsiz.

Afet abla bizi bıraktı, ömür boyu çok sevdiği Hüseyin Abi’ye gitti.

Ama beni hayata bağlayan sarmalara sarıp verdiği sevgiyi, ilgiyi, insanlığı ve Zonguldaklılığı hiç ama hiç unutmayacağım.

Güle güle Afet Abla…

Güle güle…

Hüseyin Abi’ye selam söyle…

Dr. Cemil Çakmaklı

(26 Temmuz 2024)

FIRINCIOĞLU’LARIN BAŞI SAĞ OLSUN

Bartın’ın; işine aşık ve çalışkan Belediye Başkanı Hüseyin Fahri Fırıncıoğlu, eşi Hatice Fırıncıoğlu’nu kaybetti.

Cenaze törenine gidemedim.

Ama uzun yıllardır dostluk ettiğim bu aile için içimden geçenleri de paylaşmadan edemedim.

Hüseyin Başkan; gençliğimden beri tanıdığım, bizim oraların deyimiyle ‘’soylu-soplu’’ bir adamdır.

Adam gibi adamdır.

Adamlığı ’’Fırıncıoğlu’’ soyundan ve de babası Davut Fırıncıoğlu’ndan gelir.

Benim can dostum Davut Fırıncıoğlu Bartın’da dört dönem kendisi talep etmeden Belediye Başkanlığı yaptı.

Bartın onu hep istedi, o da halkın isteğini yerine getirdi.

Davut Fırıncıoğlu; Bartınlı doğdu, Bartın’ın doğal lideri oldu ve Bartınlı olarak 1991’de öldü.

Ardından çoluk-çocuk, kadın-erkek bütün Bartınlı ağladı.

Bizim oralarda; Bartın’da, Çaycuma’da, Gökçebey’de, Devrek’te ve de Beycuma’da özel bir sosyoloji, özel bir şive, özel bir folklor, kısaca özel bir halk vardır.

Bu halkın tarihinde ağalık, paşalık yoktur. Halk kendi istediğini ‘’ağa’’ yapar.

Davut Fırıncıoğlu’nu da halk ‘’Davut ağa’’ yaptı. ‘’Ağa’’nın sonundaki ‘’ğ’’ ve ‘’a’’yı yutarak ve kalan tek ”a”yı uzatarak ve o tek a’ya içten bir sevgi ve saygı katarak ve de kendi şivesine uydurarak ona hep ‘’DAVUT’Â’ dedi.

Çoluk çocuk, büyük küçük, Vali, Bakan, Başbakan, kim olursa olsun ona hep sadece ‘’DAVUT’Â’’ dedi.

Daha doğru bir deyişle Bartın halkı; onun insan sevgisini, asaletini, dirayetini, adaletini, cömertliğini  ‘’Ağa’’ yaptı.

Ona olan sevgisini ünvanlaştırdı.

Onu, yaşadığı müddetçe el üstünde tuttu, seçim üstü tuttu.

Kendini onda gördü. Onda kendini lider gördü.

Onun döneminde halkın sevgisi iktidar oldu.

Öte yandan, halktan gördüğü sevgi Davut’a da sorumluluk oldu, kimlik oldu, halka hizmet oldu.

Sağ olduğu yıllarda Bartın’a her gittiğimde onunla birlikte onun hep yaptığı şeyi yaptık. Ekmek fırınında şapşap köftesi yedik. Ayakkabı tamircisinde dibek kahvesi içtik. Çekiciler sokağında ıhlamur, esnafın içinde bir yerlerde Pum-Pum çorbası içtik.

Hep insanlar içinde, esnaf içinde ağırladı beni.

Onunla birlikte Bartın’ın sosyal hayatının tadını da kaybettik.

Şimdi yılda bir mezarına gidebiliyorum. Sohbet ediyorum kendimce.

İşte; bugün eşini kaybeden Bartın’ın Belediye Başkanı Hüseyin Fahri Fırıncıoğlu, böyle bir soydan, böyle bir babadan geliyor.

Gücü; kendisini güçlendirmek için değil, halka hizmet için kullanmayı anlamlı bulan bir soydan geliyor.

Gençliğinden beri tanıyıp, sevdiğim, bizim kuşağın delikanlısı Hüseyin Başkan’ın başı sağ olsun…

Davutâ’nın ruhu şad olsun…

Ama içtenlikle dilerim ki; Türk demokrasisi isteyenin değil, Davut’â gibi istenilenlerin yönettiği bir demokrasi olsun.

Tekrar başımız sağ olsun…

Dr. Cemil Çakmaklı

23.01.2024/ Ankara

DOSTUM OSMAN AROLAT’IN ARDINDAN…

Hacimli laflar vardır hani..
“Alimin ölümü, alemin ölümüdür.”
Ya da, “Düşünürün ölümü düşüncenin ölümüdür.” gibi…
Bu böyle midir bilmem ama, her dostumun ölümüyle benim bir parçam ölüyor, gerçekten eksiliyorum…
Bu yüzden, böyle zamanlarda kendime çok kızıyorum..
Ne vardı bir ömre bu kadar farklı kesimlerden, bu kadar farklı ve değerli dostu niye sığdırdın diye…
Hadi sığdırdın, niye onları bu kadar içselleştirdin, niye “kendin yaptın” diye kendime çok kızıyorum…
Hak ettin sen bu yangını diyorum…
Dostlarını böyle “kendin yaparsan” eğer,

İşte böyle her gidenin ardından çaresizce yanarsın diyorum.

Osman da benim elli yıldır “kendim yaptığım” gerçek dostlarımdan biriydi..
Derindi yüzeydeydi,
verirdi görünmezdi,
yapardı övünmezdi..
İşte bu yüzden ama, ben onun dostluğuyla övünürdüm…
O da benim için, “yumurtlar gıdaklamaz.” derdi..
Bilmem neden, benzerdik birbirimize..

Ya da zamanla benzeşmistik.

O; daha kimseler ortada yokken, kimse Ekonomi mekonomi bilmezken “ekonomi” yazardı..
Giderek ekonomi gazeteciliğinin zirvesine çıktı. DÜNYA GAZETESİNİ onlarca yıl o yönetti.
Herkese yöneticilik değil ABİ’LİK yaptı. Sayısız gazeteci yetiştirdi…
Çünkü, o vermeyi seviyordu…
Biz onunla aynı Fakülteden üçüncü dostumuz Şeref Özgencil’in forumlarında konuştuk, dergilerinde yazdık yıllarca…

Sonra; ATO’da, Asomedya’da, Meclis’de ve geliştirdiğim tüm projelerimde hep yanımdaydı…

Nasıl becerirdi bilmem, hiç görünmeden dostlarının hep yanındaydı Osman..
Konuşur gibi yazar, yazdıklarının peşinden gider, yaşardı yazdıklarını..
Çünkü o bir militandı…
Sadece yazmak kesmezdi onu.. Peşinden giderdi davanın..
Onunla,
Piyasa Ekonomisi yazdık, girişimcilik yazdık..
Birlikte başladığımız “Girişimcilik Konferansları’nı yolda bırakmadı.

Dünya Gazetesi ile tüm Anadolu’ya yaydı..
Yanında, kadim dostları Rüştü, Kenan, Tamer ve diğerleriyle birlikte yıllarca dolaştı Anadoluyu..
Ekonomi anlattı, piyasa ekonomisi anlattı, girişimcilik anlattı…
Türk Ekonomi Basını ve Türk Girisimciliği kendine çok şey borçludur.
Osman öldü, benim de bir parçamı aldı götürdü..
Herkes eder şüphesiz, ama ben kendi adıma ve ekonomi yazanlar ve ekonomik girişimde bulunanlar adına sana binlerce teşekkür ediyorum Osman’ım..
Seni yaşatacağız benim gerçek dostum..
Seni yaşatacağız..
Gözün arkada kalmasın..
O çok sevdiğin ASOS’da rahat uyu..
Sevdiklerimin arkasından hep dediğim gibi..

GÜLE GÜLE DOSTUM…
GÜLE GÜLE KARDEŞİM..
GÜLE, GÜLE..

Dr. Cemil ÇAKMAKLI
30/ Ekim/2023
ANKARA

KEMAL BAYTAŞ GİTTİ,

ANKARA ABİSİNİ KAYBETTİ

Tam doksan beş yıl yaşadı,

Ama birkaç doksan beş yıllık iz bıraktı Kemal Abi…

Her zaman herkesten büyüktü

Herkes, hepimiz abi derdik ona

Bütün Ankara abi derdi.

Ankara’daki siyasetçilerin, bürokratların, yabancı diplomatların, iş adamlarının, üniversite hocalarının, gazetecilerin, sanatçıların, turizmcilerin, garsonların, otoparkçıların, herkesin, hepimizin, tüm Ankara’nın Kemal Abi’siydi.

Hep Atatürkçüydü.

Dost seçmede, Atatürk onun kırmızı çizgisiydi.

Yolu Atatürk’e çıkan herkesin dostuydu.

Yolum yetmişli yıllarda kesişti onunla.

Seksenli yıllarda ben Meclisteyken, o Turizm Müsteşarıydı.

Gerçek dostluğumuz o yıllarda birlikte Turizm Teşvik Kanunu’nu hazırlarken doğdu.

Antalya; bu Kanundan Antalya oldu.

Bodrum, Marmaris ve tüm Güney bu Kanunla doğdu.

Bu yüzden, Türk Turizmi ona çok şey borçlu,

Belki de varlığını borçlu.

Ben de; sevdiğim birçok insanı tanımayı ona borçluyum.

Barlas Küntay’ı, İlhan Evliyaoğlu’nu, Cüneyt Gökçer’i, Mustafa Türkmen’i, Ertan Karasu’yu, Yavuz Donat’ı, Bekir Coşkun’u, daha birçok güzel insanı, mesela bir de Valentina Tereşkova’yı, o uzaya çıkan ilk kadın kozmolotu tanımayı da ona borçluyum.

Devlet Halk Dansları topluluğunu o kurdu.

Onları beş kıtada otuz yedi ülkede dans ettirdi, Türkiye’yi tanıttı.

Kendi isteğiyle 1982’de Turizm Müsteşarlığı’ndan ayrıldı.

Ama köşesine çekilmedi.

Türkiye’yi tanıtma vitesini büyüttü.

Türk Tanıtma Vakfı’nı ve yanı sıra Türk-Rus Dostluk Derneği’ni, Çin-Türk Dostluk Derneği’ni kurdu.

Bu ülkelerle ve bütün Dünya ile Türkiye köprüleri kurdu.

Bütün bu milli gayretlerinde hep yanında oldum Kemal Abi’nin.

Onunla Çin’e, Rusya’ya, Tataristan’a, Macaristan’a, daha bir sürü ülkeye birlikte gittik.

Türkiye’yi tanıtmaya çalıştık.

Uzunca bir ömür sürdü Kemal Abi.

Doksan beş yaşında dün öldü.

Ama en az üç ömür kadar çalıştı Türkiye’yi tanıtmak için.

O bir tanıtma militanıydı.

Sadece düşünmez, gider yapardı.

O Türkiye için gerçekten ‘’üstün bir vatandaş’’ , Dünya insanlığı için bir ‘’yaşamdaş’’dı.

Arkasında bıraktığı boşluğu doldurmak hiçte kolay olmayacak.

Şu anda Türk Tanıtma Vakfı’nı fedakarca yöneten Şükrü Koçoğlu, Ceyhan Baytur ve Esen Kale ve diğer arkadaşlara Allah kolaylık versin.

İşleri çok zor.

Kemal abi, bir sevgi insanıydı.

Arkasında bir ‘’Sevgi Tarikatı (!)’’ bıraktı…

Ama gitti, arkasındaki binlerce ‘’BAYTAŞ-İ’’yi öksüz bıraktı.

Kemal Abi, sevmeyi bilir, sevilmeyi isterdi.

Bir müddet görüşmesek takılırdı hemen.

-Nerelerdesin? Beni sevmiyor musun artık?

 Bu soruya muhatap olan herkes gülerek aynı şeyi söylerdi.

-Seni sevmeyen ölsün Kemal Abi !

Gülüşürdük.

Şimdi arkasından son defa sesleniyoruz.

SENİ SEVMEYEN ÖLSÜN KEMAL ABİ !

ZONGULDAK DAMADINI KAYBETTİ

Bütçe Plan Komisyonu 1981 yılı çalışmaları için, Maliye Bürokrasisi ile tanışıyordu.

Tanıştırmayı Müsteşarların müsteşarı Ertuğrul Kumcuoğlu yapıyordu.

Bir ara,

  •  ‘’Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürümüz Biltekin Özdemir‘’

diyerek olgun, oturaklı bir bürokratı takdim etti.

Biltekin Özdemir, ağır ağır kalktı, selam verdi ve dedi ki;

  • ‘’Sayın Başkan, benim Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğünden daha önemli bir pozisyonum da var’’ dedi…

Espri öncesi şaşkınlığı ile baktım;

  • ’Nedir, Sayın Genel Müdür, Nedir?’’ diye sordum.
  • ‘’Efendim, ben Zonguldak damadıyım. Oradan evliyim. Bu benim için, Genel Müdürlüğümden daha önemli ve daha zor bir pozisyon.’’ dedi ve bütün salon kahkahaya boğuldu.

Ortam yumuşadı, verimli ve neşeli bir toplantı yapıldı o gün.

O günden, onu kaybettiğimiz bu güne tam 40 yıl sürdü Biltekin Bey ile dostluğumuz.

 Kesintisiz sürdü…

Onunla aynı fakülteden, İ.Ü İktisat Fakültesinden mezunuz. Yine onunla, aynı okulda A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesinde lisansüstü eğitim yaptık. Aynı yollarda yürüdük yani.

O hep önemli görevlerde bulundu, Maliye müsteşarı oldu, Milletvekili oldu, Bütçe Plan Komisyonu Başkanı oldu. Devletin en önemli kurullarında bulundu.

Kesintisiz önemli adam oldu hep.

Ama duruşu hiç değişmedi.

İkimizde okumaya yazmaya meraklıydık, yazdı çizdik.

Yazdıklarımızı paylaştık, tartıştık.

Onun;  ‘’ Yüzyıl Süren Cendere (1854-1954) Osmanlı Devleti Dış Borçları’’ adlı kitabı mutlaka okunmalıdır.

Araya zaman girse, görüşemesek açar telefonu ;

  • ‘’Bizi, Zonguldak damatlarını sever diye kandırmışlar meğer, ne arayan var ne soran, niye acaba? ‘’ diye takılırdı.

Ben de;

  • ‘’Damat hayırsız çıkmış olmasın sakın.’’ derdim

Gülüşürdük…

Gülüşe gülüşe bizi bırakıp gitti.

Güle güle damat, güle güle . . .

Mekanın cennet olsun…

Dr. Cemil ÇAKMAKLI

MEHMET YILMAZ’A AĞIT

BEN DE ZONGULDAK’LIYIM.

BEN DE BEYCUMA’LIYIM.

TANIŞMAYA GELDİM…

…diyerek girdi Meclisteki odama.

Böylece tanıştık Mehmet ile otuz sekiz yıl önce.

Benim doğup büyüdüğüm yerlerden geliyordu.

Bizim Zonguldak’lıların eğitim mabedi Çelikel Lisesinde okumuş, Orman Fakültesini bitirmiş, Amerika’da yetişmiş, kısaca kendine çok emek vermiş bir Orman Mühendisiydi.

Uzun boylu, yakışıklı, özgüvenli ama saygılı bir genç adamdı.

Orman Bakanlığı’nda Şube Müdürüydü o yıllarda.

Böyle tanıştık.

Böyle başladı ‘’abi-kardeş’’liğimiz.

Otuz sekiz yıl boyunca hiç kopmadan devam etti dostluğumuz.

Mehmet; Allah vergisi sevgisini, hep peşinden koştuğu bilgisine ekleyerek özgüven oluşturabilmiş bir mükemmel insandı.

Hayatı boyunca özgüvenli ama sakin, kararlı ve vefalı bir insan olarak yaşadı hep.

Giderek Orman Bakanlığı’nda önce Orman Genel Müdürü oldu, sonra da ORÜS Genel Müdürlüğü yaptı. Hep vizyoner, hep yenilikçi ve başarılı oldu.

Ama Şube Müdürüyken de, Orman Genel Müdürüyken de hiç değişmedi.

O; belirlenme açlığına kapılmadı hiç. Başarılarını tevazu içinde, sakince yaşadı hep.

Kendi deyimiyle; ‘’bir yumurtlayıp, bin gıdaklamadı’’ hiç…

Beycuma Türkmenlerinin, çocuklarına yüklediği sevgiden, saygıdan ve bölgesine ve ülkesine sorumluluktan hiç uzaklaşmadı.

Emekli olduktan sonra, Zonguldak Yüzüncüyıl Vakfı’nda birlikte çalıştık.

O, Vakfımızın temel direği ve Genel Sekreteriydi. Vakfımızda, Zonguldak için sessizce birçok hizmet verdi.

Son olarak, Zonguldağa geleceği olan Filyos Vadisinin ve Filyos Irmağının sularını Ankara’ya akıtan Gerede’de ki Işıklı Regülatörünün Filyos Vadisi’ne vereceği zararları araştırıyordu.

Bu arada bugün suç örgütü sayılan bir cemaatin, Vakfı ele geçirme amaçlı yaptığı haksız ve hukuksuz saldırıları, benim uzun hastane yıllarımda tek başına cesurca yılmadan göğüsledi.

Yakınlarda bir gün hastaneye götürdük.

Her gün, oğlu Batuhan’la bugün alırız diye bekledik.

Ama o bir daha geri dönmedi…

Cenazesinde herkes şaşkındı.

Kimse beklemiyordu ölümünü, kimse yakıştıramıyordu Mehmet’e ölümü.

Onu başta vefalı ve güzel insan Orman Genel Müdürü Bekir Karacabey ve kalabalık bir orman camiası ile birlikte uğurladık.

Gerçekten büyük bir şaşkınlık ve üzüntü içinde toprağa verdik onu.

Mehmet yaşarken, birkaç gün görüşmesek yokluğuna dayanamazdık….

Şimdi gitti, doğurduğu boşluğa nasıl dayanacağız bilmiyorum.

Hiç bilmiyorum…

Ama biliyorum onu hiç unutmayacağız.

Ama kararlıyız oğlu Avukat Batuhan Yılmaz ile onu hiç unutturmayacağız.

İlhan Cavcav

Dostum, Kardeşim. .

Tam yarım asır birlikte yaşadık..

Üretmek ve çoğaltmak ve bunu korkusuzca yapmak dostluğumuzun ortak paydası oldu hep..

Gen havzası Anadolu’da özgün buğday tohumlarının , Anadolu’nun en güzel kızı dediğin “Altınbaşak’ ın kaybolmaması için uğraştık, Ankara Sanayi Odasına üretime sahip çıkacak bir vizyon kazandırmak için çalıştık, ASOMEDYA’yı çıkardık, zarar etmeyen futbol işletmeciliği için kafa patlattık ve sessizce paylaştığımız bir sürü güzel şey yaşadık…

Seni herkes; “futbolcu bulucu ve değerlendirici” olarak biliyor.. Oysa sen önce çok iyi bir “fikir bulucu ve değerlendirici” idin.. Sadece sen gitmedin İlhan’cım, ortak yaşadığımız güzel şeyler de gitti..

Yani; “bizimiz” de gitti kardeşim..

Geride şakalaşmalar kaldı.. Geride; hep şakalaştığımız ” İ Liderlik” (İlhan Cavcav Liderliği ) araştırması kaldı..

Tanımı beğenmiştin hani.. “Korkmadan deneyen, yanlış çıkan denemeyi de korkmadan öldüren” liderliğe “İ Tipi Liderlik” diyorduk hani..

Şimdi ;çocuklarına ,futbol camiasına ve bize düşen senin adına bir “FUTBOL İŞLETMECİLİĞİ AKADEMİSİ” kurmaktır..

Senin yaptıklarını inceleyecek, araştıracak yazacak ve yaşatacak bir akademi.. Bir başka deyişle senin pratiğini herkes için teorileştirecek bir akademi..

Güle güle kardeşim, güle güle..

Yaşamın bize mirastır güle güle..

Dr. Cemil ÇAKMAKLI

” ANNEM GİTTİ, MİTOKONDRİSİ BENDE KALDI..”

Annem vefat etti, onu yıkadıktan, pakladık demir tabuta koyup Türkiye’ye uçakla getirdik.

Oğlunun üstüne,eşinin yanına toprağın içine sanki bir tohum eker gibi nazikçe,dualarla bıraktık..

Bir ömür bitti, annem gitti…

Ama onun mitokondrisi bende kaldı.

Benim hücremde, benim her hücremde annemin mitokondrisi var. Her nefes alışımda her kalp atışımda her elimi uzatışımda her düşüncenin başlangıcında, ne için enerji harcıyor bu vücudum işte orda annemin mitokondrisi var.

Annem gitti belki ama mitokondrisi bende kaldı.. İnsanın başlangıcı olan iki hücrenin yumurta olanı büyük ve zengindir.

İçinde bir hücrenin yaşaması, çoğalması, değişmesi için gerekli olan her şeye ve bir ömür gerekli olan enerjiyi üretecek mitokondriye sahiptir.

Mitokondri, hücreye enerji veren, canlı olmasını sağlayan organeldir ve babadan değil anneden gelir.

Anne her çocuğuna enerjisini verir, enerji üretme mekanizmasını verir.

Harcanan her enerji annenin çocuğuna verdiği mitokondri den gelir.

Dolayısıyla anneler vefat edebilir ama ölmez!!!

Biz farkında olmadan annelerimizi gizli bir şifre gibi her hücremizin içinde taşırız….mitokondri hücre içindeki organellerin en karmaşık ve ilginç olanlarından biri. .

Hem enerji üretir, hem hücreyi ölümlerden korur, bölünür, çoğalır, hücre içinde dolaşır, nerde enerji lazımsa oraya gider..

Hücre içinde sanki annemiz gibi çalışmaya devam eder. Ve her kadın mitokondrisini çocuğuna armağan eder.

“Gördüğünüz gibi,Hande Özdinler’in dediği gibi genetik biliminin dediği gibi; ANNEMİZ İÇİMİZDE. .

Yaşamamız, çoğalmamız, ďüşünmemiz ve bilmemiz için bizimle birlikte..

KENDİSİNİ EZBERE DEĞİL ,BİLEREK SEVMEMİZE BEKLİYOR..

Fısıltısını duyuyor musunuz ?

“SEVMEK İÇİN BİLMEK GEREK” diyor…

Unutmayalım.. “Anne” bir birey değil, insanlığın temeli..

Evreni döndüren enerjinin temeli.

O; bir günün değil bütün zamanların gerçeği..

Dr.Cemil ÇAKMAKLI

GÜLE GÜLE ŞÜKRÜ KIZILOT GÜLE GÜLE DOSTUM GÜLE GÜLE…

Herkes ayrı bi şey söyler Ankara için..

Seveni vardır,söveni vardır,

Şöyledir,böyledir; ileridir, geridir…

Ama benim için Ankara, Dost kazanma yeridir…

Hiçbir yerde bulamazsın, Ankara dostlarını, Ankara dostluğunu..

ŞÜKRÜ KIZILOT’ la da, Ankara’da tanıştık, Ankara’da dost olduk…

O gerçekten bilen bir bilim adamıydı, ama çok ve çok iyi yazardı..

YAZMAK OKUTMAKDIR..

Çoğu yazar okutamaz, Şükrü; okutan yazardı…

O “mevzuat” denilen demir leblebiyi, yenilir, yutulur, okunur hale getiren, bir usta yazardı.

Bir de; çok güzel kravatlar ve mendiller takardı…

O halk için bir “mevzuat tercümanı”ydı..

O GİTTİ, O IŞIK OLDU…

Mevzuat tercümansız kaldı,

Biz onsuz kaldık…

GÜLE GÜLE DOSTUM…

GÜLE GÜLE..

Dr.Cemil ÇAKMAKLI