Etiket arşivi: ekolojik

FARKLI BİR FEVKANİ KÖPRÜ YAKLAŞIMI

Her topa girecek, herkesten ders alacak yaşları geçtik ve gerçek derslerin doğadan alınacağını öğrendik.

Ama konu Zonguldak olunca, bir ömür boyu yaşanmışlık ve bu şehir için biriktirdiğimiz kocaman bir arşiv, bizi düşündüklerimizi söylemeye adeta mecbur ediyor.

Bazen sevdiğimiz insanların heyecanları uyarıyor bizi, bazen de yapılan temel yanlışlara dayanamıyoruz.

Dedik ya, her topa girmiyoruz ama kişiselleştirmeden düşüncelerimizi çekinmeden paylaşıyoruz.

Bu defa da bizim toprağın güzel insanlarından biri, Meftun Sayılı; Fevkani Köprü ile ilgili heyecanlı bir paylaşım gönderdi.

Onun heyecanına dayanamadım, ben de yazdım…

Dağdan, tepeden, yamaçtan başladım, vadiler, dereler boyunca Fevkani Köprü’ ye kadar geldim.

Bakın neler demişim…

Zonguldak’ta ve her yerde her şey hep doğal yapıya bağlıdır… Hep doğal yapıdan ve ekosistemden referans alır…

İyi bir Zonguldaklı bölgesinin ekosistemini çok iyi bilmeli, her konuyu ekosistemden kalkarak düşünmeli ve çözüm üretmelidir.

Bizim kentin topografik yapısının yaklaşık yüzde doksanını 1000 metreyi aşan dik yamaçlar, yüzde onunu yamaç diplerinde oluşmuş kılcal vadiler oluşturur. Her vadinin ortasında da denize doğru koşan bir de derecik vardır mutlaka…

İşte bu dağlar, tepeler, yamaçlar, daracık vadiler ve vadi ortalarından akan dereler, bu dereleri oluşturan yağış ve yağmur bilinmeden Zonguldak bilinemez…

 Oradaki tarım bilinmez, ormancılık bilinmez, ulaşım bilinmez, yerleşim bilinmez…

Dereler aktıkları yere isim ve hayat verir bizim oralarda…

Onlar Karadeniz bulutlarının doğurduğu yağmurların yatağıdır.  

Yağmur yağış ne kadarsa dereler de o kadardır. Azalırlar, çoğalırlar…

Bazen deredir onlar, bazen çay, bazen ırmak bazen de koskoca azgın bir nehirdir onlar…Yağmur ne kadarsa dereler o kadardır… Ve, ve vadiler onlarındır. Onların çoğalma yataklarıdır. Namuslarıdır.

Dedik ya; vadiler akarsuların ismini taşırlar bizim oralarda. Filyos Irmağı Vadisi, Üzülmez Deresi Vadisi, Gülüç Irmağı Vadisi, Alaplı Deresi Vadisi gibi…

Kim onların yataklarına, namuslarına girerse, affetmezler, sabrederler ama affetmezler…

Ya on yıl, ya kırk yıl sonra ama bir gün mutlaka gelip; sel olup, taşkın olup, heyelan olup, deprem olup yataklarına girenlerden intikamlarını alırlar…

Derelerin kaderi denizlerde biter… Derenin denize kavuştuğu yere “ ağız” denir bizim oralarda… Ne çok ağız vardır bizim oralarda… Çatalağzı, İnağzı, Değirmen ağzı, Alaca ağzı ve de Üzülmezağzı.

Zonguldak Merkezinin ve bizim FEVKANİ KÖPRÜ’nün hikayesi, Üzülmez Vadisinin ve Üzülmez Ağzının hikayesidir aslında. Eksik söylemeyelim, denize yakın bir yerde Üzülmez deresine birleşen Kokaksu deresiyle, Üzülmez deresinin ortak hikayesidir bu hikâye.

Bizim oralarda; suların birleştiği noktaya “İkisuçatı” derler. Zonguldak merkezi de bir ikisuçatı’nda Üzülmez ve Kokaksu derelerinin birleştiği yerde, onların oluşturduğu bir alüvyon deltasında kurulmuştur. Yanlış söyledik, ‘’kurulmuş’’ değil, kendiliğinden peyder pey oluşmuştur. Büyük büyük dedelerimiz de Zonguldak’ın oluştuğu bu yere ya “ İKİSUÇATI’’ derler, ya da deniz kıyısında yalnız başına duran bir tahta iskeleden dolayı sadece ‘’İSKELE’’ derlerdi.

Derelerin oluşturduğu alüvyonlar, bizim GACA’lıların ekip biçtiği yerlerdi. Oraların ilk tapularıda Gacalılarındır zaten.

Neyse…

Gel zaman git zaman bizim Gaca’lıların İKİSUÇATIN’da ki topraklarına, kömüre koşanlar ve koşanların peşinden koşanlar geldiler, yerleştiler. Düzensiz, kendiliğinden, plansızca yerleştiler. O zamanlar, herkes toprağın altıyla uğraştığı için toprağın üstüyle kimse uğraşmadı. Bu yüzden, Zonguldak’ın altı planlı, üstü plansızdır. Zonguldak, rastgele, ekleye ekleye oluşmuştur. Yani eklektiktir…

Oralar; önce çarşı oldu, mahalle oldu sonra Belediye oldu, Vilayet oldu. Tahta iskele, liman oldu. Ekilen biçilen toprak, demiryolu oldu, cadde oldu, lavvuar oldu Derelerin yatakları işgal edildi, yok oldu. Ama hala bir plan yoktu…

Üzülmez ve Kokaksu dereleri siyah akar oldu. Onların 1000 metreyi aşkın ve yüz/yüz elli kilometre uzaklıktaki yamaçlardan taşıdığı taş, toprak, alüvyon gidecek yer bulamadı, limanı doldurdu. Bu arada yeri gelmişken söyleyelim, o liman da yanlış kurulmuştur. Dere ağzına liman mı yapılır …

Sonra olacak olan oldu. Liman taş toprak ile doldu.

Limanı temizlemek için ‘’Tarak Gemisi’’ konuldu, derelerin iki yakasını bağlayacak ahşap köprüler, kambur köprüler yapıldı.

Ama bütün bu rastgele zamanlarda derelerin yataklarını işgal etme yanlışı hızlanarak devam etti…

Bakın aşağıdaki 1900’lü yılların başlarında çekilmiş fotoğraflara… Dereler bugünkü şehir merkezinin yerleştiği yerin yarısına kadar geliyor. Dünyanın dört bir yanından gelmiş insanlar, taşkın yataklarına yerleşmişler. Durmamışlar, suyun en az olduğu zamana göre dereleri beton kanallar içine almışlar. İşte bu fotoğraflar derelerin taşkın yataklarının işgalini açık seçik gösteriyor.

Bu işgallerin peşi sıra doğal kurallar işledi, dereler de yataklarına yerleşenlerden intikam almayı hiç ihmal etmedi. Sellerin ve su baskınlarının ardı arkası kesilmedi.

Hele hele, mesela; Ağustos 1955’te yaz ortasında metrekareye 431 kg yağmur düştü… Her şey yok oldu. Ahlak bile yok oldu.

Çapulcular şehri yağmaladı…

İşte o yıllarda, Asım Kömürcüoğlu adında Cumhuriyetin Almanya’da yetiştirdiği bir Şehir Plancısı çıktı geldi Zonguldak’a.

Asım Bey; ırmak nedir, vadi nedir, taşkın nedir biliyordu. Şehrin yüz/ yüz elli km öteden 1500 metre yükseklikteki yamaçlardan başladığını ve sel yataklarının insanlara değil, ırmaklara ait olduğunu biliyordu…

Çok geç kalınmıştı ama mümkün olduğunca vadiyi derelere bıraktı… Onların üstüne bir ikinci kat köprü tasarladı. Köprüyü tasarlattıran ve yaptıran, şehirde liman dahil her şeyin sahibi olan EKİ (Ereğli Kömür İşletmesi) idi. Belediye değil. EKİ; köprüyü daha sonra belediyeye devretti.

Köprüye de üst, üstteki anlamına gelen FEVKANİ adı verildi…

Asım bey, şehrin beş bölümünü dere yataklarına tecavüz etmeden, üstten birbirine bağladı…

Bu anlayış, geçmişi boyunca plansız ve tesadüfen gelişen Zonguldak merkez yerleşmesinde ilk ve tek doğru yaklaşımdır hala.

Üzülmez ve Kokaksu derelerinin yataklarına dokunmadan, onların üst katlarına çıkan bir doğru kentsel çözümdür Fevkani Köprü.

Eğridir, doğrudur, yıkılmalıdır, kalmalıdır ama unutulmamalıdır ki; FEVKANİ KÖPRÜ, Zonguldak’a ilk ekolojik yaklaşım örneğidir.

Irmak yataklarına dokunmayan FEVKANİ; Zonguldak’ın şehir planlama doğrusu olarak elli yılı aşkındır yerinde durmaktadır. Bu köprüden gelecek için dersler alınmalı, derelerin kotunda ve yatağında hiçbir yapılaşmaya meydan verilmemelidir.  Fevkani yaklaşımı örnek alınmalı, şehir merkezi adeta bir ikinci kat yapılarak geliştirilmelidir.

Konu buraya gelmişken, yabancı ülkelerin özellikle Almanya’nın akarsulara yaklaşımına kısa bir göz atmalıyız.

Asım Kömürcüoğlu; akarsu yataklarına dokunulmaması gerektiğini Almanya’daki eğitiminden ve oradaki şehircilik uygulamalarından biliyordu…

Dere yatağına dokunmamak için, bu Wuppertal’da dünyanın ilk hava tramvayını tasarlayan hocalarından biliyordu. Gerçekten de; Alman Şehirciler Wuppertal nehri üzerindeki, daracık vadiyi korumak için taa 1900’lerde bir hava treni tasarlamışlardı. Bakın üstteki hava tramvayının altında Wuppertal nehri bütün doğallığıyla akıyor.  

Dahası; Almanya’yı boydan boya geçen, Ren Nehrini temel alan ve onun yatağına hiç dokunmayan Ruhr Havzası planlamasını biliyordu Asım Bey. Almanların nehirlerle barışık yaşama mühendisliğini öğrenmişti.

Keşke Asım Bey, o zamanlar Filyos Vadisi’ne de uğrasaydı. Irmak yatakları için; ‘’buralar ırmağındır, iskan edilemez’’ deseydi. Yoksa sittinsene Filyos Irmağı, size düşman olur, zarar verir deseydi.

Biz de, bugün belki dere yataklarını imarlayıp üzerine yerleşiyor olmazdık. İncecik vadilere, karayolu yapıp, sonu gelmez heyelanlara neden olmazdık. O vadilerin kritik kısımlarını viyadüklerle geçmeyi akıl ederdik.

Bakın bugün hala ne su baskınlarından, ne de heyelanlardan kurtulabiliyoruz.  

Bilmem anlatabildim mi?

Zonguldak’ın bütün yamaçlarının suyunu denize taşıyan Üzülmez ve Kokaksu derelerinin deltasına plansız ve rastgele yerleşmek tarihsel ve ekolojik bir temel yanlıştır. Eğer bu temel yanlışı, bugünkü akılla telafi edici tedbirler alarak düzeltmezsek, iklim krizleri ile daha da coşacak olan Üzülmez ve Kokaksu derelerinin Zonguldaklıyı gelecekte de her zaman gelip gelip basacağını ve derelerin her zaman şehre düşman olacağını hiç unutmamalıyız.

Bilmem anlatabildim mi…

Bana göre doğru olan; FEVKANİ’yi güçlendirip, bakımını yapıp yaşatmaktır hatta Fevkani yaklaşımını geliştirmektir. Esnafımızı köprünün altından alıp, çok daha güzel alışveriş merkezleri yapıp, oraya taşımaktır. FEVKANİ’nin altını yemyeşil bir Rekreasyon merkezi yapmaktır…

FEVKANİ’nin altındaki bu yeşil zonu bir yandan liman arkasına, oradan Fener Mahallesi’ne bağlayıp, diğer yandan Çaydamar Desandrisinden yer altına doğru uzatmaktır.  Bu desandri ile yerin altı, üstüne bağlanacağı gibi Zonguldak’ın geçmişi ile bağı da kaybolmayacaktır.

Fevkani’li ya da Fevkani’siz Zonguldak’a bir çözüm aranacaksa eğer, mutlaka Fevkani’yi örnek alıp, onun ötesine geçmeliyiz. BİR FEVKANİ ŞEHİR MERKEZİ kurmalıyız.

Altta dereleri serbest bırakıp, doğallaştırıp yeşillendirmeliyiz. Üstte de; trafiğimizle, yaya bölgelerimizle biz yaşamalıyız.  Bunun için cesur ve kararlı olmalı, ırmak yatakları üzerindeki yapılar için bir kentsel dönüşüm projesi yapmalı, dere yataklarından binaları kaldırmalıyız.

Bu konuya bağlı olarak, yukarıda söyledim ama yeri gelmişken bir daha hatırlatayım. Ne yapıp edip, derelerin ağzını limandan koparmalıyız. Yoksa liman derelerin atık deposu ve bir bataklık haline dönüşecektir. Daha da kötüsü derenin taşıdıkları, dere ağızlarını tıkayacak, derelerin yükselmesine ve şehri basmasına sebep olabilecektir. Liman içi temizlemeyi tarak gemileriyle sürdüremeyiz. Eğer limanı bataklık haline getireceksek, etrafına yaptığımız çevre düzenlemesinin de bir anlamı kalmayacaktır.

Uzaktan izlediğim kadarıyla Fevkani yerine derelerle aynı kotta düzenlenmiş kavşaklarla, meydancıklarla bu şehri sel baskınlarından kurtaramayız. Dereler kendi kotlarını bize kullandırmaz. İşte bu yüzden, dere kotundan yukarıda bir fevkani şehir merkezi planlamalıyız.

Kulağa imkansız gibi gelen bu radikal değişikliği yapmazsak, geçin bizim kuşağı    -işte geldik gidiyoruz- Zonguldak’ın yedi ceddi selden, su baskınından hiçbir zaman kurtulamayacak, rahat yüzü görmeyecektir.

Unutmayalım!

Bütün bunları; tarihi, teknolojiyi ve mühendisliği ekolojiyle birleştirebilenler yapabilir.

Bütün bunları; geniş ufuklu, ekolojik yaklaşımı ve geleceği planlamayı bilenler yapabilir.

Bağrından binlerce entelektüel çıkaran bu şehir; bunu becerebilecek potansiyele sahiptir.

Bugün şehri yönetenler; yereldeki duyarlılığa, bilince ve sahipliliğe kulak vermelidir. Eğer Zonguldak kendisi bir çözüm üretmezse, merkezden gelen şablon çözümler Zonguldak’ı ve onun derelerini mutlu etmeyecek, yüzlerce yıllık yanlışlar devam edecektir…

Bu yüzden işte, bir ekolojik yaklaşım ürünü olan Fevkani’nin Zonguldak’a getirdiği bu ekolojik ve doğru yaklaşımını hiç unutmamalı, yeni düzenlemeler için ondan ders almalıyız…

Bugünün karar vericileri gözlerini karartıp, vebali üstlenip Fevkani’yi yıkacaklarsa bile yeni düzenlemeler Fevkani’yi tasarlayan Asım Kömürcüoğlu’nun 60 yıl önceki ekolojik yaklaşımını aşmalıdırlar. Geleceğin ekolojik yaklaşımlı Fevkani şehir merkezini mutlaka tasarlayıp, hayata geçirmelidirler.  

Biz böyle düşünüyoruz.

Kolay gelsin diyoruz.

Dr. Cemil Çakmaklı

(Ağustos, 2023)  

GELECEK NASIL GELECEK

YENİ DÜNYA DÜZENİ NASIL KURULACAK?

Bazı çevreler; Corona Virüs yüzünden, artık dünyada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı, yeni bir dünya düzeni kurulacağını söylüyor.

Dünyanın geleceği kolaycı ve basit bir yaklaşımla bir virüse ihale ediliyor. Ama bir virüs etkisiyle yeni ve doğru bir dünya düzeni kurulmasını beklemek virüsten daha tehlikeli bir hastalıktır. Akla ve bilime uygun bir yaklaşım değildir. Daha keskin bir dille bir akıl tutulmasıdır.

Açıklamaya çalışalım…

Bilim, yaşamı;

  • Bir döngü içinde akışan
  • Sürekli değişen
  • Birbirini karşılıklı etkileyen
  • Zamanda ve mekanda değişik düzeyde örgütlenebilen
  • Yüksek karmaşıklıkta
  • Geri bildirimsel özellikte

SONSUZ SAYIDA BİLEŞENDEN OLUŞAN BİR DÖNGÜ olarak tanımlanmaktadır.

Gelecek ise; dün ve bugünle birlikte tek bir zaman parçasıdır. Yaşamın içinde ve yaşam döngüsüne dahil bir olgudur.

Bu yüzden gelecek de; yaşam sistemi içinde, yüksek karmaşıklıkta, döngüsel, geri bildirimsel ve kendi kendini değiştiren ve örgütleyen bir yaşam sistemidir. Yani gelecek; yaşam döngüsünün içindedir ve yaşama ilişkin bir tahmindir.

Yaşamın ve yaşamın içinde geleceğin evrimi ise sadece virüslere değil, sonsuz değişkene bağlıdır.

Sadece virüsün, yaşamı ve dünyayı değiştirmesini beklemek anlamsız bir bekleyiştir.

O HALDE; YAŞAMI, YAŞAMIN İÇİNDE GELECEĞİ VE GELECEKTEKİ DÜNYAYI ETKİLEYEN NEDİR?

Yaşamı, onun içinde geleceği ve gelecekteki dünyayı birincil olarak etkileyen şey düşüncedir.

Esasen yaşamın evrimi ile düşüncenin evrimi karşılıklı birbirlerini etkileyerek birlikte oluşmuşlardır. Yaşam ve düşünce aslında tek bir gerçekliktir.

Gelecekte ne olacak, gelecekte dünya nasıl olacak diye sorarken önce insanlığın düşünce düzeyinin nasıl evrileceğini, nereden nereye sıçrayacağını bilmek gerekmektedir.

Bu yüzden düşüncenin evrimi ve safhalarını kısaca gözden geçirmek ve bizi geleceğe götürecek düşünce sistemi üzerinde düşünmek gerekmektedir.

Düşünce; insanın yaşam mücadelesi süresinde evrildi.[1]

Nasıl insan organizması, karada yer değiştirirken bacaklarını; nesnelerce yansıtılan ışınları süzebilmek için gözlerini evrilerek kazanmışsa, düşünce de gökten inmedi.

İnsan organizması evrilirken düşünce de onunla birlikte evrildi. Algılar kavramları, kavramlar dili, dil hafızayı, hafıza akıl yürütmeyi ve bunların hepsi birden ve bir çevrim içinde kendi kendini örgütleyen, değiştiren ve yöneten düşünce sistemini Homo Habilis’ten bu yana 2 milyon yıllık bir evrim sürecinde oluşturdu.

Düşüncenin primitif hallerini ihmal edersek, kanımızca bilimsel düşünce evreleri de aşağıdaki süreçlerde oluşmuştur.

Düşüncenin ilk evresi “lineer- çizgisel” düşüncedir. Bu evrede; her sonuç tek sebebe bağlanır. Biz buna ”evet-hayır” evresi de diyoruz. Oysa doğada ve onun simülasyonu olan toplumda karşılaştığımız tüm olgular lineer değildir. Her şey evet-hayır basitliğinde izah edilemez.

Düşüncenin ikinci evresi; her şeyi parça parça ele alan, dünyayı parçaların birleşmesinin bütünü olarak ele alan “Kartezyen” düşünce evresidir. Buradaki düşünce sistemi; çözümlemeleri indirgeyerek yapar, doğrularını bir yüzeye yerleştirmiştir. Yüzey geometri, yani Kartezyen geometri bu evrenin geometrisidir. Felsefede Descartes, fizikte Newton bu düşünce sistemiyle ürün vermiş bilim adamlarıdır. Bu düşünce sisteminin teknolojisi ile uçaklar, otomobiller ve parçaların birleştirilmesiyle üretilen diğer tüm mekanik sistemler oluşturulmuştur. Bu yüzden bu evreye “mekanik düşünce” evresi de denilebiliyor.

Bu düşünce evresinin dayandığı temel değerler ve oluşturduğu paradigmalar; rekabet, niceliklere önem verme ve çizgisel hiyerarşidir.

Düşüncenin üçüncü ve bugünlerde yaygınlaşmaya başlayan evresi ise “holistik – bütüncül” düşünce evresidir. Bu evrede parçalar yoktur, bütün vardır… Çizgi yoktur, “ağ” vardır. Ve her şey birbirine bağlıdır. Bu düşünce sisteminde; hiçbir sonucun tek bir sebebi yoktur. Bu evrenin geometrisi uzaysaldır. Temel değerleri ise (Kartezyen düşünceyle kıyasla) rekabet yerine işbirliği, nicelik yerine nitelik, hiyerarşik egemenlik yerine ağsal ortaklıktır. Lineer ve Kartezyen düşünce sistemi bugün ki kapitalist ekonominin düşünce yapısı iken, holistik düşünce sistemi, yarınki ekolojik ekonominin ve yeni dünyanın düşünce yapısı olacaktır.

Bizi geleceğe taşıyacak olan; geleceği kavramamızı ve tasarlamamızı sağlayacak olan düşünce evresi işte bu üçüncü evredir. Bu holistik düşünce evresine sıçramazsak bireysel ve toplumsal olarak geleceğe sağlıklı uzanmamız ve dünyayı değiştirmemiz mümkün olmayacaktır.

Çünkü; Kartezyen ve mekanik düşünce sisteminin doğal ve sosyal yaşamı zedeleyen paradigmaları yani Kartezyen kapitalizm artık terk edilmek zorundadır. Çünkü; dünyanın doğal ve sosyal yaşamı Kartezyen Kapitalizmin bu paradigma yanlışlarıyla kendini sürdürememektedir.

Kartezyen kapitalist sistemin yanlış teknolojilerine dayalı ekonomik üretim ve tüketim süreçleri ile dünyanın doğal sistemi barışık değildir. Dünyanın ne havası, ne suyu,  ne de toprağı artık bu yanlış ekonomik sistemi taşıyamamaktadır. Bu düzen sürdürülebilir değildir.

Yine Kartezyen Kapitalist sistemin kendine dönük ve sadece niceliklerle uğraşan, niteliği ve ötekini unutmuş bireyi; dünyada başta gelir bölüşümü olmak üzere sağlık bölüşümünü, eğitim bölüşümünü ve besin bölüşümünü alt üst etmiştir. Bu yanlış paradigmalarla zehirlenmiş birey, katlanılabilir, bu düzen de sürdürülebilir değildir.

Bütün bu katlanılamazlıklar ve sürdürülemezlikler nedeniyle; kartezyen kapitalist paradigmalar yerine gelecekte dünyayı değiştirmek için holistik paradigmalar ve düşünce değerleri gecikmeden oluşturulmalıdır.

Yani;

  • Rekabet yerine işbirliğini,
  • Nicelik yerine niteliği,
  • Hiyerarşi yerine ağsal ortaklığı,
  • Kapitalist ekonomi yerine ekolojik ekonomiyi öne alan yeni bir holistik gelecek tasarlanmalıdır.

HOLİSTİK GELECEĞİ VE YENİ DÜNYA DÜZENİNİ ANCAK AŞAĞIDAKİ YAKLAŞIMLARLA ETKİLEYEREK VE TASARLAYARAK OLUŞTURABİLİRİZ.

1 – Kartezyen değil, holistik düşünceye; parçalara değil, döngülere önem vermeliyiz.

Çünkü, artık parçacı Kartezyen Kapitalist düşünce ile ne doğal ne de sosyal ekosistemlerle bağ kurulamaz, ilişki sürdürülemez. Artık, mucize kavram “döngü”dür. Evrensel ifadesiyle “CYCLE”dır. Dünyanın sırrı, bu döngüdedir. Çünkü, gerçek bütüncüldür, döngüseldir, tek sebepten oluşmamıştır, bunları bilip, sonuçları tek sebeple izah eden hiçbir kimseye bu arada Corona virüs yoluyla değişime inanamayız.

  2 – Ezberlemeyip öğrenmeliyiz.

Öğrendiklerinizle sorun çözüp, sorun çözdükçe öğrenmeliyiz.Böylece bir öğrenme döngümüz oluşacak. Zorlamadan sürekli öğrenebileceğiz.Aksi taktirde ezberleyerek gelecek tasarlayamayız.

  3 – İstikrar ölüdür, onu aramalı, kaosta yaşamayı öğrenmeliyiz.

Kartezyen kapitalist sistem istikrara, diğer deyişle dengeye ulaşmaya çalışır. Oysa denge ölüdür. Holistik sistemin kaosu dinamiktir ve rasgele gözüken olayların birbirine bağlılığını gözetir. Yaşam kaosun eşiğinde, sonsuz çeşitlilikte ve sürekli bir değişim döngüsü içinde sürüp gitmektedir. Çeşitlilikten korkmamalıyız, unutmayalım ki; “mükemmellik çeşitliliğin en yüksek düzeydeki optimizasyonudur.” Bu gerçekler ortada iken olmayan istikrarı aramak boşunadır.

  4 – Rekabetin yanı sıra işbirliğini öğrenmeliyiz.

Kartezyen Kapitalist düşünce sadece insanları birbirinden koparan rekabeti yüceltmiş, ama doğadaki çoğalmanın ve verimliliğin temeli olan işbirliğini yok saymıştır. Bireyin kendini ifade ve ispat ettiği rekabetin yanına sinerjiyi doğuran işbirliğini birey ve toplum geleceğinin ortasına yerleştirmeliyiz.

5 – Liderliği unutup, ağsal ortaklığı öğrenmeliyiz

Yaşamın temel sisteminin ağsal ortalıklar olduğu açık seçik ortada iken, bireyi bu ağın dışında sakat bir konuma iten liderlik paradigması eşitler arası işbirliği kimliği ile yer değiştirmelidir.

6 – Nicelikler kadar niteliğe önem vermeliyiz.

Kartezyen düşüncenin mekanik insanı kendini sayısal mülkiyete hapsetmiş, yaşam ortaklarıyla duygusal bağlarını koparmıştır. O artık sadece bir tüketim aygıtıdır. Lugatındaki en önemli kelime ‘maksimum’dur. İsraf onun hayat arkadaşıdır. İşte bu insan tipi doğal ve sosyal hayatın zararlısıdır. Bu zararlı tip, nicelikten niteliğe doğru değişirse, kendisi, çevresi ve tüm ekosistem sürdürülebilirliğe destek olan bir ortak kazanacaktır.

  7 – Maksimalizmi bırakmalıyız ve paylaşmalıyız. . .

Bugün dünyanın zengin ülkelerinde yaşayan insanlar dünya nüfusunun yüzde 20’sini oluşturmakla ve dünya gelirinin yüzde 85’ini almaktadırlar. Dünya nüfusunun yüzde 80’i ise dünya gelirinin geri kalan yüzde 15’ini paylaşıyor. Bu haksızlık, bir doğal hak edilmişlik değil, yetenekle yeteneksizlik, çalışkanlıkla tembellik arasındaki fark değil, tamamen global spekülasyonların ve legalize edilmiş soygunların doğurduğu bir farktır. Biz de bu haksızlığın bir parçası olmayıp, adil olup, paylaşmalıyız.

8 – Demografik sorumluluğunuzu unutmayıp, ikiyi aşmamalıyız.

İsa’nın doğduğu yılda dünya nüfusunun 30 milyon olduğu tahmin ediliyor. Bundan 70 yıl önce, yani İsa’dan 1950 yıl sonra dünyanın nüfusu 3 milyardı. Bugün dünyanın nüfusu 7 miyar. Yani, dünyanın nüfusu son 70 yılda geçmişin 1950 yılına eşit sayıda arttı. Diğer bir deyişle, son 70 yılda ikiye katlandı. Şu günlerde her iki dakikada bir doğum, her dört dakikada bir ölüm oluyor. Böyle giderse önümüzdeki 50 yılda dünya nüfusu tekrar ikiye katlanacak. Çok açık ki, bu dünya bu nüfusu taşımayacak. Onun için herkes ancak kendi yerine 1 kişiyi dünyaya getirme hakkına sahiptir. Her aile iki çocuğu aşmamalıdır. Böylece zaten çok olan dünya nüfusu bugünkü noktada ancak sabitlenir.

9 – Ekolojik okur, yazar ve ‘yapar’ olup, ekolojik teknolojiler ve ürünler kullanmalıyız; organik beslenmeliyiz.

Geçmişin Kartezyen Kapitalist kültürü, doğası gereği karşıtlıkları besleyerek, insanları bazen kollektivist-kapitalist, bazen siyah-beyaz veya başka parçalara ayırdı. Bugün artık silkinip holistik düşünce yaklaşımlarıyla, insanları parçalara ayırmadan, bütüncül bir yaklaşımla, doğa ile insan ve insan ile insan arasındaki ilişkileri ekolojik bir temele oturtmaya çalışmalıyız.

Biz de ekolojist olup, muhtaç olduğumuz doğal ve sosyal dünya sürdürülebilirliğini desteklemeliyiz. Sadece ekolojik okur yazarlıkla ekolojik bilince ulaşmakla kalmayıp ekolojik yaşayıp ve yaptıklarınızı ekolojik kurallara uygun yapmalıyız.

Bugün yaşamımıza, insanlık tarihinin sadece 150 yılında ortaya çıkan kartezyen kapitalist teknolojiler hakimdir. Bunların çoğu, özellikle enerji, ulaşım ve gıda teknolojileri tüm ekolojik sistemi, dolayısıyla da dünyayı tehdit etmektedir. Bu teknolojik tehdit, ortadan kaldırılmalı, zararlı teknolojiler ve onlardan üreyen inorganik ürünler terk edilmelidir.

Özellikle tohumdan toprağa, topraktan sofraya, beslenme sistemimizi işgal etmiş olan zararlı teknolojiler ve onların ürünleriyle mücadele etmeliyiz. Zararlı kimyevi gübrelerle, zirai mücadele ilaçları ile, raf ömrünü uzatan ama sizin ömrünüzü kısaltan muhafaza edici kimyasallarla mücadele edip, onlardan uzak durmalıyız.

10 – Bugün ki sakat kapitalist ekonomiden, ekolojik ekonomiye geçişi benimsemeliyiz.

Bugünkü ekonomik düzen, dünyanın doğal sistemleriyle çatışma halindedir. Ormanlar azalmakta, balık yatakları yok olmakta, meralar bozulmakta, topraklar tahrip olmakta, taban suyu seviyeleri azalmakta, atmosferde karbondioksit düzeyi yükselmekte ve bu sera etkisiyle küresel ısınmayı doğurmaktadır. Bütün bu sonuçlar, doğanın ekonomiye verebileceği doğal verimin ötesindeki ekonomik kullanımlardan doğmaktadır.

Bugünlerde, sentetik çatışmalar nedeniyle ortaya çıkan vekalet savaşları herkese sondan bir evvelki uyarılardır. Ekonomi dünyanın doğal sermayesini, dünyanın verebileceğinden daha fazla zorlarsa, ekonomik destek sistemleri çökecek, bu Kartezyen Kapitalist ekonomi kendi kendini ve bu arada dünyayı yok edecektir.

Aşağıdaki verilere dikkatle bakalım:

  • Dünyanın tarım alanlarının üçte biri üst toprağını kaybediyor.
  • Dünya mera alanlarının yüzde 50’si aşırı otlatma nedeniyle çöle dönüşüyor.
  • Ormanlar tarım başladığından beri yüzde 50 azaldı.
  • Okyanus balık yataklarının üçte ikisi kapasitesinin üzerinde avlanmayla karşı karşıya. Balık stoklarının %47’si tamamen tüketildi.
  • Dünyada su kaynakları hızla kirleniyor, aküferler tükeniyor, yaşamın temel girdisi olan su yok ediliyor.

Görülüyor ki, kapitalist ekonomi ekolojiyi hiç dikkate almıyor. Norveçli Oystein Dahle’nin dediği gibi; “Sosyalizm, fiyatların ekonomik gerçekleri söylemesine izin vermediği için çökmüştür. Kapitalizm ise, fiyatların ekolojik gerçekleri söylemesine izin vermediği için çökebilir.”

Gerçekten de bugün ki Kartezyen kapitalizm ekolojik gerçeklerle barışık değildir ve dünya çöküşe çok yakın bir noktadadır.

Muhtemel bir kapitalist çöküntünün dünyayı da çökertmesine meydan vermeden eski Kartezyen Kapitalist ekonomiden yeni Holistik Ekolojik Ekonomiye geçişi yukarıdaki yaklaşımlarla acilen tasarlamak gerekiyor.

Sonuç olarak; eğer biz yeni Holistik-Ekolojik düşünce düzeyine sıçrayıp, yeni bir dünya düzeni tasarlamazsak beklenen daha güzel bir dünya düzeni kendiliğinden gelmeyecektir. ÇÜNKÜ ÖZLENEN GÜZEL GELECEK, GEÇMİŞİN DÜŞÜNCE DÜZEYİYLE VE PARADİGMA YANLIŞLARIYLA GELEMEZ, HELE HELE CORONA VİRÜS ETKİSİYLE HİÇ GELEMEZ.

Unutulmamalı ki, yeni ve güzel bir dünya düzeni oluşturmak zor ve uzun bir süreçtir. Dünyayı ve insan beynini işgal etmiş yanlış paradigmalı Kartezyen Kapitalizm bütün yanlışların doğrulara direnmesi gibi sonuna kadar direnecektir.

Kartezyen Kapitalizmin direnişinin, iletişim oyunları ile, beyin yıkamalarla, savaşlarla, tutuklamalarla, moneter spekülasyonlarla ve akla gelmedik bir sürü yöntem kullanarak yüksek volümlü ve uzun zamanlı olacağı beklenmelidir.

Bu yüksek volümlü direnişten korkmayarak, dünya ve insanlık yanlışları düzeltme mücadelesine bir an önce başlamalıdır.

ŞİMDİ, HEMEN, GECİKMEDEN …

Dr. Cemil ÇAKMAKLI

Mayıs,2020

Koç üniversitesi Hastanesi / İstanbul


[1] – Bir Gelecek Yaklaşımı/ Tebliğ 2007 / Dr. Cemil Çakmaklı