“Türkiye’nin Gelişme Stratejisinin Temel Bileşenleri” tebliği, 2007 yılında; Forum İstanbul’da sunulmuştur.
Tebliğ; Türkiye’nin gelişmesinin önünü açacak, mekânsal, demografik, ekonomik ve ekolojik stratejileri irdeliyor.
Çakmaklı bu tebliğinde; dünyanın çatışan stratejilerden korumanın; ülkenin asıl değeri toprakları korumanın, nüfuzun kalitatif geliştirilmesinin ve ekonomi politiğin ve ekolojik gelişmenin nasıl başarılabileceğini anlatıyor.
Tebliğ hala güncelliğini ve geçerliliğini koruyor.
TÜRKİYE’NİN GELİŞME STRATEJİSİNİN TEMEL BİLEŞENLERİ
Giriş
Strateji; “belirlenen bir hedefe ulaşmak için tutulan yol” olarak tanımlandığında, bir stratejiden bahsetmek için, önce “belirlenmiş hedefler” in olması gerekir.
Gelişme konusunda verili hedeflerimiz olmadığı için bu konuşma kapsamında “hedefler ve stratejiler” birlikte değerlendirilecektir.
Türkiye’nin Gelişme stratejileri ve onun temel bileşenleri, şüphesiz çok başlıklı ve boyutludur. Ancak biz konuyu aşağıdaki temel başlıklarla ele alacağız.
- Mekansal Temelli Gelişme Stratejisi Bileşenleri
- Demografik Temelli Gelişme Stratejisi Bileşenleri
- Ekonomik Temelli Gelişme Stratejisi Bileşenleri
- Orta Vadede Ekolojik ve Eko-Ekonomik Gelişme Stratejisi
I. Mekansal Temelli Gelişme Stratejisi Bileşenleri:
Ömrünü organizmalara, özellikle mikro organizmalara adamış Pasteur ölürken gerçeği fark etmiş ve demiş ki; “Organizma hiçbir şeydir, ortam her şeydir.” Gerçekten de tüm doğal orjanizmaların bu arada insanların bütün hedef ve stratejilerinin temel belirleyicisi yaşadıkları mekan ve içinde bulundukları ortamdır.Evet; “ortam her şeydir”
Sosyal organizmaların yani toplumların ve ülkelerin hedef ve stratejilerinin de temel belirleyicisi içindeki bulundukları mekan yani coğrafya olagelmiştir.
Bu nedenle; jeopolitik, jeokültür, jeoekonomi kavramları bilimsel disiplinler olarak insanlık tarihindeki yerini almışlar. Yani politika, kültür ve ekonomi öncelikle “bulunulan yer” ile, mekan ile coğrafya ile ilişkilendirilip açıklanmıştır.
- Jeopolitik ve Jeokültürel Değerlendirme:
Jeopolitikçiler dünyayı – talassokrasi – deniz uygarlığı ya da Atlantikçiler denilen blokla – Telluroksi – kara uygarlığı ya da Avrasyacılığın uzlaşmaz çelişkisiyle izah ederler. Türkiye bu uzlaşmaz çelişkinin eklem yerindedir.
Yine bazı jeokültürcüler; dünyayı Hıristiyanlıkla Müslümanlığın çatışmasıyla izah ederler. Türkiye yine bu çatışmanın eklem yerindedir.
Gerçekten de Genç Türkiye Cumhuriyeti, Atlantikçi ABD ve Avrasyalı Rusya’nın eklem yerinde; Hıristiyanlıkla Müslümanlığın çatışma sınırındaki konumuyla, coğrafyayla başka blokların çatışan stratejilerinden çok zarar görmüş, bunların uzantısı komşu taciz ve tehditleriyle, etnik kavga ve dini itiş kakışlarla çok vakit ve kaynak kaybetmiştir. Bu yüzden iktisadi büyümesi ve sosyal gelişmesini geciktirmek zorunda kalmıştır.
Bu nedenlelere dayanarak Türkiye’nin Gelişme Stratejilerinin temelinde, jeopolitik yerimiz ve jeokültürel durumumuz nedeniyle “çatışan stratejilerden zarar görmemek stratejisi” olmamalıdır.
Çatışan stratejilerden zarar görmemek için, kesinlikle stratejisiz olmamalı, tersine o stratejilerden daha güçlü, dayanıklı ve aşağıdaki özellikleri taşıyan stratejiler oluşturmalıyız.
Stratejilerimiz;
- Ne kadar üstün ve baskın görünürlerse görünsünler, başka blokların yanlış hedef ve stratejilerinin eklentisi olmamalı. Yani yanlış karşısında bağımsız olmalıdır.
- Kendini koruma gücünü sürekli çoğaltan stratejiler olmalıdır.
- Evrensel değerlere dayalı ve bu yüzden diğer uluslarca da benimsenen ve Türkiye’yi merkez ülke konumuna yükseltebilecek stratejiler olmalıdır.
- Teknik olarak, “yes” ya da “no” odaklı yani lineer olmayan karmaşık durumlarla baş edebilmek için holistik yani çok seçenekli olmalıdır.
- Dünya eko sistemini gözeten ve bu yolla geleceğe varabilecek stratejiler olmalıdır.
- Nihayet; başka merkez ülkenin stratejileri çok yakından izlenmelidir. Çünkü “kurt açısından neyin iyi strateji olduğu”, avcının ne yapmakta olduğuna bağlıdır.
- Jeoekonomik Değerlendirme:
Türkiye’nin ekonomik stratejilerini daha sonraki bölümlerde ayrıca ele alacağız. Ancak; Türkiye’nin ekonomik jeolojisine daha geniş ve çağdaş bir deyişle ekosistemine baktığımızda, çok özel bir durumla karşılaşırız.
İki coğrafi kıtadan oluşan Türkiye’de, üç ekolojik kıta vardır. Bu durum da ülkemizi ekolojik zenginliğin ölçütü olan ekolojik çeşitlilik açısından emsalsiz bir konuma yükseltmektedir. Türkiye’de Avrupa kıtasından daha çok bitki türü vardır. Bir ülke ekolojik zenginlik açısından bir kıtayı aşmaktadır. Bu ekolojik zenginlik karşısında ülkemizin gelişme stratejilerinin içinde ekolojik temelli bir yaklaşım maalesef şimdilik yoktur.
Tam tersine, yanlış toprak, miras ve imar hukuku yüzünden, yaklaşık 4 milyar yılda oluşan ve bir daha asla üretilemeyecek olan verim havzalarımız ve topraklarımız kaybedilmektedir.
Türkiye’nin hemen hemen her şehri, verimsiz kıraç yamaçlar hazine mülkiyetinde diye dururken, verimli topraklar üzerinde kurulmaktadır.
Oysa ülkelerin gelişme stratejilerinin temelinde, ormanlardan da önce, gerçekten canlı olan, canlı olduğu için doğuran toprakların korunması olmalıdır.
- Jeopolitikten Ekopolitiğe
Bu bölümün son sözü olarak; Türkiye gelişme stratejilerinin temeline; “jeo” yer kavramlı yaklaşımlar yerine, “eko” kavramlı bir yaklaşım yerleştirmelidir.
İki boyutlu mekan yaklaşımları yerine çok boyutlu ekolojik yaklaşımlar esas alınmalıdır.
Jeopolitikten ekopolitiğe, jeokültürden ekokültüre, jeoekonomiden ekoekonomiye doğru hızlı bir sıçrama yapılmalıdır.
II. Demografik Temelli Gelişme Stratejisi Bileşenleri
Nüfusun kantitatif ve kalitatif özelliklerine ilişkin unsurlar, gelişme stratejisinin çok temel bileşenlerinden ikisidir kuşkusuz.
İsa’nın doğduğu yılda dünyada 25-30 milyon insan olduğu iddia ediliyor. 1950 yılında dünya nüfusu 3 milyar, bugün 6,5 milyar. Yani 1950 yıldaki artışı, son 50 yılda becerdi dünya.
Bugün yılda yaklaşık 80 milyon kişi artıyor dünya veya her 3 dakikada bir 400 kişilik jumbo jeti dolduruyor.
Türkiye’nin durumu da aynı, 1950’de 30 milyon, 2000’de 70 milyon. Biz de 50 yılda ikiye katlandık. Nüfusta %3’lük bir artış bir yüzyılda 20 kat artışa neden oluyor. Bu Türkiye’nin 100 yıl sonra 1.400 milyon kişi olması demek. Hızla artan nüfusu beslemek, eğitmek, iş bulmak, ev bulmak gibi zorlamalar, ülkelerde “demografik yorgunluk” yaratıyor. Hızlı nüfus artışı, doğal sistemleri tahrip edecek, bu durum ekonomik çöküş getirecek, gıda, su ve sağlık talepleri karşılanamayacak gibi görünüyor.Daha şimdiden su talebi akü ferlerin sürdürülebilir arzını aşmakta aşırı su pompalanması ve taban suyu seviyelerini düşürmekte, bu da tarımsal verimi arttırmak mümkün olmadığına göre dünyada açlık kapıdadır.
HIV salgını destansı boyutlardadır. Afrika’nın güneyinde her üç kişiden biri HIV’den zarar görmüştür. Önümüzde 10 yılda Afrika’da yetişkinlerin beşte biri AIDS nedeniyle ölecektir. Salgın Hindistan’a sıçramıştır. 4 milyon Hintli HIV pozitiftir. Görülüyor ki, nüfusun artışını durdurmak dünyanın ortak stratejisidir. Bugün dünya zaten çok kalabalıktır. Türkiye’de nüfus artış hızını düşürmek ve Aile planlaması, kadın eğitimi gibi yollarla “ikide-yada en çok üçte duran- aileler” e ulaşmak zorundadır. Gelişme stratejimizin temel taşlarından birisi budur.
Diğer yandan nüfusun kalitatif gelişimi, Türkiye için çok özel bir dönem taşımaktadır. Eğitim sisteminin ezberden uzaklaştırılıp, toplumun öğrenen ve sorun çözebilen bir dokuya kavuşturulması gelişme stratejimizin belki de en temel unsurudur.
Ezberden uzaklaşıp, gerçek öğrenmeye ulaşmış ve sorun çözme kabiliyeti artmış bir bireysel ve toplumsal doku, Türkiye’nin gelişmesinin diğer stratejilerini de kolayca üretip uygulayacaktır.
III.Ekonomik Temelli Gelişme Stratejisi Bileşenleri
Kanımızca Ekonomide üç acil hedef ve gelişme stratejisi olmalıdır.
- Liberal düzen kültür ve hukukunun oluşturulması
- Piyasa ekonomisi anlayışının kavram ve kurumlarıyla netleştirip yerleştirilmesi
- Bu iki temel üzerinde yani ve acil bir ekonomi politik oluşturulması
1. Liberal düzen kültür ve hukukunu yerleştirmek
Liberal düzen;
- Sosyal anlamda özgür, ekonomik anlamda girişimci, politik anlamda katılımcı bireylere
- Sosyal dokuda; aktif sivil toplum kuruluşları, ekonomik dokuda; güçlü ve yaygın şirketler, politik dokuda; parti içi demokrasisi olan siyasi partiler gibi kurumlara
- Ve nihayet; sosyal, ekonomik ve siyasi anlamda liberal bir devlete ihtiyaç duyar.
Liberal bireyiniz, liberal kurumlarınız ve liberal devletiniz yoksa, liberal düzeniniz de yoktur.
Varsa; liberal birey, liberal kurumlar ve liberal devlet bir beraber yaşama düzeni ve organizma oluştururlar. İşte bu liberal düzendir.
Türkiye’nin ekonomik anlamda temel gelişme stratejilerinden biri, liberal kültür ve hukuku oluşturmak olmalıdır.
Liberal kültür; herkesin ekonomik faaliyete katılmasına imkan veren, katma değeri öne alan üretim faaliyetlerini ve reel sektörü spekülasyona tercih eden bir kültürdür.
- Piyasa ekonomisi anlayışını kavram ve kurumlarıyla netleştirip yerleştirmek
Bu konuyla ilgili aşağıdaki alt başlıkları dikkatlerinize sunuyorum
a) Bugün; ülkemizde yaklaşık 20 yıllık kavramsal geçmişi olan piyasa ekonomisi, hala doğru anlaşılamamakta, faktör piyasaları birbirine karıştırılmakta ve piyasa hukuku netleştirilip düzenlenememektedir. Bunun sonucunda;
- Bireyler, kuralsız ve spekülatif başarıları
- Kurumlar ve aileler, tekelleşmeyi
- Devlet, istediğini yapabileceği ortamı
Piyasa zannetmiş, bugünkü kaos ortaya çıkmıştır.
b) Piyasa ekonomisi genel olarak; arz ve talep mekanizmalarıyla çalışan, büyüklüğü GSMH ile ölçülen bir sistem olarak anlaşılır.
c) Faktör piyasaları; emek, sermaye, doğal kaynaklar ve müteşebbis gibi temel ekonomik faktörlerin üretilmelerini sağlayan piyasalardır. Ürün piyasaları ise; ara malı nihai mal üreten faktör piyasalarının sunduğu faktörleri kullanan piyasalardır. Ürün piyasaları kurallı rekabetle çalışırlar. Eğer faktör piyasalarını iyi düzenleyemezseniz ürün piyasaları işlemez. Faktör piyasaları; ulusal fiyat rekabetini değil, uluslar arası fiyat ve kaliteyi baz alırlar. Bu piyasalar kamusal nitelik taşır. O yüzden bütün ulusal ekonomiler, ekonomilerinin alın tahtasına; “Faktör fiyatları minimizasyonu faktör kaliteleri maksimizasyonu”
Temel hedef olarak yazarlar ve faktör piyasalarını düzenlerler.Çünkü eğer bir piyasanın ucuz ve kaliteli faktörleri yoksa, ucuz ve kaliteli ürünleri olmaz. Ekonomilerin uluslar arası rekabet gücü oluşamaz. Faktörlerde maliyet ve fiyat minimizasyonu ve kalite, klasik nihai ürün piyasalarındaki rekabetle sağlanmaz. Uzun vadeli milli programlarla ve stratejilerle sağlanır.
Örneğin; emek piyasası rekabetle değil, temel kültür, milli eğitim, istihdam stratejileri ve insani hukukla oluşur ve öyle çalışır. Klasik rekabetle kaliteli ve verimli emeğe ulaşılamaz.Yine sermaye faktörünün oluştuğu mali piyasalara, öz kaynak ve kredi piyasalarına dönüp baktığımızda aynı gerçekleri görürüz. Mali piyasalardaki borç verebilir fonları kamusal faktör saymayanlar, onu ürün zannedenler, rekabete kuralsız faiz belirlemeye çalışırlar. Ama hiçbir ülke piyasası, rekabetle faiz belirlemez.
Bugün, piyasa kavramları oturmuş ekonomilerde rekabet faiz belirlenmiyor. Avrupa Birliği Merkez Bankası da, FED de faizi belirliyor – özellikle kısa vadeli faizleri – arz edici bankalara ve talep edicilere yol gösteriyor.
d) Ülkenin ekonomik veri tabanı yanlış oluşturulmakta, GSMH yanlış hesaplanmakta, giderek parasal taban, likidite ve emisyon yanlış hesap edilmektedir.
e) Yanlış ekonomik serilerle karar alınmakta, temel gösterge faktör fiyatları enflasyonu ihmal edilip, TEFE TÜFE ile uğraşılmaktadır.
f) Yukarıda denildiği gibi, bir ülkenin gözetmesi gereken en önemli husus mal ve hizmet üretimini öne almak diğer bir deyişle ürün piyasasını işletmek ve bunun alt yapısını oluşturmak faktör piyasalarını mutlaka düzenlemektir. Bugün ülkemizde faktör piyasalarında manzara şudur: -Emek piyasası; hukukuyla, arzıyla, talebiyle bozulmuş; karmaşık, verimsiz, kullanışsız ve pahalı bir emek ortamı doğurmuştur. Ücretin üzerinde %65 kısa vadeleriyle arz edilmektedir. Sermaye faktörünün karşılığı faiz, dünyanın dört katı seviyelerindedir. –Dünyanın en pahalı ve verimsiz toprak kullanım sistemine sahibiz. Birim dairede %50 toprak payıyla kentsel toprak, tek yıllık tohumlar ve verimsizleştirilen gübre politikalarıyla tarımsal topraklar ekonomi dışına itilmiştir. Tarımsal verim havzaları kentsel yerleşmeyle mahvedilmiştir. -Müteşebbisimiz, üretim yerine kısa vadeli spekülasyona yönelmiş, misyonu kaybetmiş, ülkesine güvenemez hale gelmiştir. -Dünyanın en pahalı enerjisi, haberleşmesi ile karşı karşıyayız.
g) Üretim faktörlerinin kalitelerini dünya seviyelerine çıkaracak, çok yükselmiş olan faktör fiyatlarını dünya ortalamalarına indirecek ekonomik tedbirleri ele alıp uygulamazsak, Türkiye üretim yapamaz. Yaparsa, içeride maliyet enflasyonundan, baskı altına alınsa da birikmiş devalüasyondan kurtulamaz.
3. Görülüyor ki; Türkiye’nin ekonomide belirli hedefleri ve gelişim stratejileri yoktur.
Kısaca, Türkiye’nin ekonomi politiği yoktur. Yeni ve acil bir ekonomi politiğin temel ilkeleri şu şekilde olmalıdır.
- Piyasa ekonomisi net bir şekilde tanımlanmalıdır.
- Ekonomik veri tabanı yeniden ve doğru oluşturulmalıdır.
- Faktör fiyatlarını minimize, faktör kalitelerini maksimize edilmeye yönelmelidir.
- Realist bir ürün piyasası düzenlenmesi için de, mal ve hizmet üretimi spekülasyondan karlı hale getirilmelidir.
- Mali sektöre amaç değil, araç vasfı kazandırılmalıdır.
- Piyasa ekonomisi ile kamu ekonomisi, birbiriyle barışık ama iki ayrı unsur olarak ele alınmalıdır.
IV. Orta Vadede Ekolojik ve Eko-Ekonomik Gelişme Stratejisi
Son yüzyılın ikinci yarısında dünya ekonomisi yedi kat büyüdü. Uluslar arası ticaret hızla arttı. Ancak ne yazık, ki bu rekor ekonomik büyümenin bedeli, ekonominin dünyanın doğal sermayesini tüketmesi oldu. Bu ekonomik büyümenin sürdürülebilmesi için, ekonominin doğal destek sistemleriyle çatışmaması gerekiyor.
Oysa 21.yy başlarken doğal destek sistemleri çöküyor, doğal sermaye tükeniyor.
- Dünya tarım alanlarının 1/3’ü üst toprağını kaybediyor.
- Mera alanlarının %50’si aşırı otlatma nedeniyle çöle dönüşüyor.
- Ormanlar tarım başladığından beri %50 azaldı.
- Okyanus balık yataklarının 2/3’ü aşırı avlanmayla karşı karşıya.
- Önemli tarım alanlarında, yer altı sularının aşırı pompalanması ve su seviyesinin düşmesi nedeniyle tarımsal veri düşüyor.
- Fosil yakıtlar CO2 CO2 küresel ısınma, ısınma iklim değişiklikleri getiriyor, biyolojik çeşitlilik azalıyor.
Bu gidişle, küresel ısınma nedeniyle insanlık genişleyen çöllerle, yükselen denizler arasında sıkışıp kalacak.
Görülüyor ki mevcut ekonomik model sürdürülebilir değildir. Neslimizi bekleyen zor görev, ekolojisinin ilkelerini gözeten eko-ekonomiyi oluşturmaktadır.
Dahle diyor ki; “Sosyalizm, fiyatların ekonomik gerçekleri söylemesine izin vermediği için battı. Kapitalizm ise, fiyatların ekolojik gerçekleri söylemesine izin vermediği için batabilir.”
- Fosil yakıta dayalı otomobil merkezli israf ekonomisi, dünya için geçerli bir model değildir. Alternatifi doğalgaz ara dönemi sonunda, rüzgar/güneş/hidrojen ekonomisine geçiştir.
- Madde kullanımında; ormandan veya madenden gelen maddelerin çöpe gittiği çizgisel ekonomik modelden, “kullan geri dönüştür” medeline geçilmelidir.
- Gıda sektöründe ise; doğal yapıyı daha iyi yöneterek, su verimliliğini artırmak, toprağı ve üst toprağı korumak biçiminde olmalıdırç
- Eko-ekonomide havadaki CO2 miktarı sabit olacak, küresel ısınma şehirler, raylı sistemli insan merkezli şehirlere dönüşecektir.
- Tarım devrimi dünyanın yüzeyini değiştirdi. Endüstri devri dünya atmosferini değiştirdi. Ufuktaki ekolojik devrim de insanın kafa yapısını değiştirecek, insanlar varlık ve ortam bilincine sahip olacak ekolojik dünya görüşü ve yaşam biçimine ulaşacaktır.
Kanımızca, nüfus artışının ve küresel kirlenme ve ısınmanın zorunlu hale getirdiği eko-ekonomiye ve ekolojik topluma herkesten önce bireyi ve toplumu hazırlayacak bir gelişme stratejisi ülkemizin orta vadeli temel gelişme stratejisi olmalıdır. Ekolojik temelli toplumsal ve ekonomik gelişme stratejilerinde ön almak, bu virajda dünya ülkelerini sollamak ve merkez ülke olmak anlamına da gelmektedir.