YENİKAPI TRANSFER NOKTASI VE ARKEO-PARK ALANI AVAN PROJESİ
HAKKINDA “DÖKÜNTÜLERİM”…
Dr. Cemil ÇAKMAKLI
25.07.2011
Yeni tanıştığım bir konu hakkında “düşüncelerim“ oluşamayacağı için başlık “döküntü” oldu… Doğrusu bu…
Döküntülerin düşünceye, düşüncelerin tasarıma dönüşmesi için daha kırk fırın e(k)mek yemek lazım.
İlk “döküntü” yaklaşım hakkında…
Bu projeye alışılageldik planlama ve tasarlama yöntemleri ile yaklaşmamak lazım.
Anlaşılıyor ki bu proje; İstanbul’un geleceğinin aranması esnasında değil; Yenikapı, Aksaray, Taksim ve Marmaray hatlarının kesişme noktasındaki bir transfer çözümlemesinden doğmuş… Daha sonra arkeolojik bulgular arkeo-park boyutuna taşımış projeyi.
Bu yüzden bu eklektik yaklaşım yerine; -oluşmuş duyarlılıktan istifade- İstanbul’un olabildiğince bütünüyle ve geleceği ile ilgili bir yaklaşım benimsenmeli öncelikle.
Şehir içi ulaşım sorunlarını çözme yaklaşımı kısırlığından, İstanbul’u Türkiye’ye ve dünyaya açacak bir “Yenikapı” yaklaşımına sıçranmalı.
Bu Yenikapı; tarihi yarımadayı da gözeterek dünyaya dönük bir “merkez” olarak tasarlanmalı, bu amaca dönük fonksiyonlar geliştirilmeli…
Bu yaklaşım içinde şehir içi ulaşım sorunu kendiliğinden zaten çözülür.
İkinci “döküntü” İstanbul’un kent dışı ulaşımı hakkında…
Kent dışı ulaşım düğümleri çözülmemiş bir ulaşım planının, kent içi ulaşım düğümlerini çözmesi beklenemez.
Bu yüzden, bu proje hiç değilse Bizans’ın Theodosius Limanı ile yaptığını yaparak, Türkiye’nin batısını denizden İstanbul’a bağlayacak bir liman içermelidir.
İDO iskelesi bir “Güney Limanı”na dönüşmelidir. Bu “Güney Limanı”, belki bir gün Karadeniz şehirlerini İstanbul’a bağlayacak bir “Kuzey Limanı” projesini bile doğurabilir.
Üçüncü “döküntü” kent içi ulaşım hakkında…
Halen İstanbul’da Zeytinburnu, Aksaray, Sirkeci, Kabataş, Taksim gibi raylıdan raylıya aktarma merkezleri var. En gelişmişi olan Zeytinburnu’nda 3 raylı sistem kesişiyor. Yenikapı transfer –aktarma- merkezi mevcutlardan farklılaşmalı ve sadece raylıdan raylıya değil; her ulaşım aracından her ulaşım aracına aktarma yapabilmeli.
Geleceğin transfer istasyonu; kara, deniz, hava ulaşımlarını birbirine bağlayabilmeli… Bu yüzden şehirlerarası ve şehir içi deniz ulaşımını sağlayan ve yukarıda değinilen Güney Limanı’nın yanı sıra hava trafiğini de bu noktaya ulaştıracak ve diğer ulaşım sistemlerine bağlayacak, -bugün değilse bile gelecek on yılda bir zorunluluk olacak olan- bir “heliport” un projeye eklenmesi düşünülmelidir.
Dördüncü “döküntü” insan transferinden, eşya transferine sıçranması hakkında…
Bu transfer noktaları sadece insanları transfer ediyor. Oysa şehrin bir ucundan diğerine giden insan veya şehir dışından gelen insan valizini veya valizlerini nereye koyacağını bilemiyor. Oysa, Maslak’tan Halkalı’ya gidecek insanın valizi de transfer edilse; Maslak’ta verse, Halkalı’da alsa güzel olmaz mı?
Bu yüzden, transfer noktaları sadece insanları değil; kişiye bağlı eşyaları da transfer edebilmeli, bu konu da yeni bir “ürün” olarak geliştirilmeli…
Beşinci “döküntü” yaya trafiği ve bisiklet yolları hakkında…
Yenikapı ve periferisi dünyaya dönük bir turizm kapısı ve merkezi yaklaşımıyla planlanacaksa; Yalı Mahallesi bir turizm mahallesine dönüştürülecekse; tarihi yarımada kesintisiz bir yaya yolu ile donatılmalı. Örneğin, Hotel Vlanga (Langa)’dan çıkan sırt çantalı Hans ve Erika, Yenikapı’dan çıkıp bütün gün Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı, Balat ve Süleymaniye’yi dolaşıp akşam tekrar Yenikapı’ya dönebilmeli. Bu güzergahta bir yerden alınıp başka bir yere bırakılan bisikletler için “Velopark” lar yapılmalı.
Tarihi Yarımada’da otobüslerle “nokta” görmek kısırlığı, dolaşarak bölge görmek zenginliği ile yer değiştirmeli.
Zaten Tarihi Yarımada’ya artık değil otobüs, hiçbir araç sokulmamalı; bölge yayalara teslim edilmelidir.
Altıncı “döküntü” arkeo-park hakkında…
Yenikapı’da inşaat hafriyatın arkeolojik kazıya dönüştürülmesi, nereden nereye geldiğimizi gösteriyor. Umutlandırıyor bizi, mutlu ediyor.
Ama; “dahası” lazım…
“Dahası” insanlığın geleceğidir.
Bu arkeo-park, gemi buluntularının konserve edilip sergilendiği bir park olmamalı kuşkusuz.
Megaralılardan, Traklara, Friglerden, Bitinyalılara, Cenovalılardan, Venediklilerden Romalılara, Haçlılardan, Osmanlılara ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan bir temalı tarih parkı düzenlenmeli; ekolojik geçmiş ve sosyolojik akış mükemmelce sentezlenip okunaklı hale getirilmelidir.
Kazılarda ortaya çıkan; 7 bin yıllık tatlı su canlıları tabakası, Marmara, Karadeniz, Hazar kardeşliği ve bugünkü Karadeniz-Marmara ekosistemi bir “oşinarium” ortamında görünür hale getirilmelidir. Belki de Boğaz’ın meşhur alt ve üst akıntıları bile canlandırılmalıdır.
İskenderiye’den gelen hububat için kullanılan Theodosius Limanı; etrafındaki ambarlar, değirmenler, fırınlar ile tematize edilmeli, tarih ayağa kaldırılmalıdır.
Dahası, bölgedeki “Bahariye Mevlevi hanesi” odak alınarak; Selçuklunun Osmanlı’ya, Osmanlı’nın bize miras bıraktığı “Sufi” hazinesi burada tüm insanlığa görücüye çıkarılmalıdır.
Sonuç olarak, burada köksüz, geçmişsiz dünya metropollerine nispet yaparcasına –adeta inadına- “Köklü İstanbul” vurgusu dibine kadar yapılmalıdır.
Yedinci “döküntü” fizibilite hakkında…
Bundan böyle planlanacak her kentin en az iki temel zorunluluğu olacaktır.
- Ekolojikleşmek, doğaya ve onun döngülerine uyar olmak,
- Her eylemi ürünleştirmek…
“Ürünleştirmek” çok önemli, çünkü ürün tanımı olmayan hiçbir şey üretilemez. Gideri bilinmez geliri bilinmez.
Ürün tanımlaması olmayan bir kent de tasarlanamaz.
Bu yüzden; bu projede önce ürün tanımları yapılmalı ve bu ürünler ekolojik süzgeçten geçirilerek tasarlanmalıdır.
Kısaca, tasarıma ekolojik ve ekonomik unsurlar temel alınarak yaklaşılmalıdır. Aksi takdirde “sürdürülebilir” bir proje ortaya çıkmaz, “süründürebilir” bir proje ortaya çıkar…
Bu “döküntü” notunun sonunda; dileğimiz, “döküntülerin” düşünceye, düşüncenin tasarıma, tasarımın gerçeğe dönüşmesidir.
“YENİKAPI TRANSFER NOKTASI VE ARKEO-PARK ALANI AVAN PROJESİ HAKKINDA “DÖKÜNTÜLERİM”…” için bir yorum